12 Eylüllü yıllardan sonra, Milli Eğitim'de sansür konusunun yeniden konuşulduğu günleri yaşıyoruz. Kitaplar, AKP destekçileri tarafından, 'ahlaksızlık'la, Türk örf ve adetlerine uymamakla, müstehcenlikle suçlanıyor. "Okumadım ama..." diye başlayan, yine de okumadığı bir kitap üzerine ahkam kesmekten geri durmayan eğitimciler, takındıkları Hitler yardakçısı yüz ifadeleriyle, kitap okurlarını güldüren akıllara ziyan açıklamalarda bulunuyorlar. Ayrıca, son zamanlarda, okulardaki bazı kitapların ahlaksızlığı üzerine şikayet dilekçeleri yazcak kadar iddialı; ama,dilekçesinin altına adını yazamayacak kadar korkak veliler türedi.
Sansür, zaten vardı; ne zaman ki, Yunus'un şiiri, Şeker Portakalı, Fareler Ve İnsanlar
sansürlenmeye kalkışıldı, toplum gündemine o zaman birdenbire düştü. Yetkililer, bunun yeni bir uygulama olduğunu, bundan böyle kitapların önceden denetleneceğini açıkladılar.
Oysa, bu o kadar da yeni bir uygulama sayılmaz. Ben bir yazar olarak, iki yıl önce bu uygulamaya toslayanlardanım. Daha öncesini bilmiyorum... Dediğim gibi, iki yıl önce, Tarsus'ta devlet okulları başta olmak üzere, bazı okullarda imza ve söyleşi günlerim vardı. Görevimi gerçekleştirmek üzere gittiğim ilk okulda kitaplarımdan ikisinin sergide yer almadığını gördüm. Bir yanlışlık olduğunu düşündüm, kitap işini düzenleyen arkadaşa, o iki kitabımın neden ortalarda olmadığını sordum. Biraz mahcup; "O iki kitabınız Milli Eğitim tarafından sakıncalı bulunmuş," dedi. "Gerekçesi!!" dedim. Gerekçesi yokmuş. (Kendi reklamımı kendim yapmamak için kitap adlarını söylemiyorum) İki ayrı yayınevinden çıkan bu iki kitabım çok önemliydi benim için. Moralim bozulmadı, desem yalan olur. Durumu her iki yayınevime de bildirdim, bir şeyler yapılmasını istiyordum! N'apabilirlerdi ki!
"Sakıncalı" oluşuna kimlerin ve nasıl karar verdiğini araştırdım. Öğrendiğime göre; Milli Eğitim'ce seçilen 3 öğretmen belirliyormuş. önlerine konulan kitabın ahlaklı mı, ahlaksız mı, sakıncalı mı, sakıncasız mı olduğunu! Tabi ki bu hizmeti para karşılığında yapıyorlardır! İşin içinde para varsa eğer, sahibinin sesi konuşur.
Fakat, ne olursa olsun hiçbir faşist düşünce yakmakla, sansürlemekle, yazarları hapsetmekle ne kitapları yok edebilmiştir, ne de okurlarını. 12 Eylüllü yıllarda, yoklama defterinin arasına saklayarak okuduğum kitaplarlarla, kimbilir kaç öğrencimin beynini aydınlatmışımdır. O yıllardan biliyorum ki, sansürcülerin yasakladığı kitaplar, en okunası kitaplardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder