21 Şubat 2013 Perşembe

OKUMALARIM/ ÇOCUKLUĞUN YOKOLUŞU (1)


Bir arkadaşım, yarıyıl tatili nedeniyle evde yalnız kalan torunlarının (6-10 yaş) bakım görevini üstlendi. Evinin kapısını kilitledi, kısa sayılmayacak bir yolculuktan sonra torunlarına ulaştı. İyi niyetliydi. Büyükannelik görevini yerine getireceği için mutluydu. Fakat, olaylar umduğu gibi gelişmedi, 10 yaşında bluğa eren, önündeki bilgisayarla sürekli erkek ve kız arkadaşlarıyla mesajlaşan, kendi kurallarını kendisi belirleyen, kahvaltıya çağrıldığında "benim kahvaltı saatim gelmedi" türü itirazlarla büyükanneyi çıldırtan bir kadın/çocukla karşılamıştı (küçük daha uyumlu). Yüzlerce çocuğa öğretmenlik yapmış büyükanne, tek bir çocukla başa çıkamaz, ne yapacağını bilemez hale geldi. Sonunda, yaşadığı stres nedeniyle, aniden beliren kısa süreli bir körlük yaşadı. Sağlığının daha fazla bozulmaması için üstlendiği görevi yarıda bırakarak evine döndü.

Olayın yaşandığı günlerde, Neil Postman'ın "Çocukluğun Yokoluşu" adlı kitabını yeniden okuyordum. Neil Postman bu eserinde, "Bebekliğin tersine çocukluk, biyolojik bir kategori değil, toplumsal bir kurgudur. Çocukluk tasarımı Rönasans'ın büyük icatlarından biridir. Bilim, ulus devlet ve dinsel özgürlükle birlikte, hem toplumsal bir yapı hem de psikolojik bir koşul olarak çocukluk, on altıncı yüzyılda ortaya çıkmış, günümüze dek inceltilip geliştirilmiştir. Ama her toplumsal kurgu gibi çocukluğun süreğen varlığı da kaçınılmaz değildir." diyor ve ekliyor: "Çocukluğun yokedildiği günleri yaşıyoruz." Bu görüşlerden yola çıkarak, arkadaşımın şaşkınlığı, torunuyla başedememesi, çaresizliği de torununun çocuktan çok, çocukluğa başkaldıran birine dönüşmesinden kaynaklanmış olabilir diye düşünüyorum.  

"Çocukluğun Yokoluşu" ndan edindiğim bilgiler ışığında, Eski Yunan'dan başlayarak günümüze değin çocukluğun geçirdiği evrelerden söz edeceğim. Eski Yunan dünyasında, eğitim ve okullaşmaya önem verilmesine karşın, çocukluk kavramı olup olmadığı bilinmemektedir. Bu okullardan daha çok gençlerin yararlandığı bilinmektedir. Eski Yunanlılar'da küçük çocukların öldürülme uygulamasına karşı ahlaki ve yasal sınırlamaların olmadığı bilinmekteymiş. Aristo, bu korkunç geleneğe karşı çıkmış ama kuvvetli bir itirazda bulunmamış. Romalılar'da ise çocukluk bilincinin az da olsa geliştiği biliniyor. Romalılar, gelişen çocukluk ile ayıp düşüncesi arasında bir bağlantı kurmaya başlamışlar. "Bu, çocukluk düşüncesinin evriminde çok önemli bir adımdı. İyi geliştirlmiş bir ayıp düşüncesi olmaksızın çocukluk varolamaz." diyor Postman. Roma İmparatorluğu'nun çöküşüyle klasik kültür yokolmuş, Avrupa Ortaçağ denilen karanlık bir döneme girmiştir. Neil Postman diyor ki: "Her yetişkin bunu bilir. Bilimeyen ise, Roma İmparatorluğunun yıkılışıyla birlikte; 1. Okur-yazarlık, 2.Eğitim, 3.Ayıp kavram,ı 4. Çocukluk, yitmiştir."

Okur-yazarlığın ortadan kaybolma (bin yıllık devre) nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte karanlık Ortaçağ boyunca, alfabe harflerinin yazma stillerinin değiştirilmesi; eğitimin, okuma yazma bilmeye gerek duyulmadığı zenaat ve çıraklık eğitimine dönüştürülmesi; kilisenin, dinin gizlerinin anlaşılmaması için okunması zor süslü harflere yönelmesi (hattatlık) vb... nedenler sıralanmaktadır. Sözel kültürün egemen olduğu Ortaçağ'da,  J: H: Plumb'un belirttiğine göre: "Kesinlikle ayrı bir çocukluk dünyası yoktu. Çocuklar yetişkinlerle aynı oyunları, aynı oyuncakları ve aynı peri masallarını paylaşmışlardı. Yaşamlarını yetişkinlerle birlikte sürdürmüşlerdi. Brueghel'in, içkiden sarhoş olan kadınları ve erkekleri gösteren, her birinin dizginlenmemiş bir şehvetle yürürken çizdiği sıradan bir köy festivali tablosunda, yetişkinlerle yemek yiyen ve içki içen çocuklar da vardı."

Ortaçağ'da çocukluğun olmayışını Aries ise şöyle anlatmaktadır: "Çocukların önünde cinsel konuları tartışma çekingenliğinin olmadığını da söyleyebiliriz. Cinsel dürtüleri gizleme düşüncesi, yetişkinlere yabancıydı. Çocukları cinsel sırlardan koruma fikri, bilinmiyordu. Önlerinde her şeye izin veriliyordu: Bayağı dil, açık-saçık davranış ve durumlar. Çocuklar her şeyi işitiyor ve gülüyorlardı. Çocukların mahrem kısımlarıyla oynama davranışı, yaygın bir gelenek oluşturuyordu."

Matbaanın  icadı; öğretmen kesiminin oluşumu, okur-yazar sayısının artması, haberleşmenin yaygınlaşması, pek çok kitap ve dergi basımının gerçekleşmesi sonucu kişilerin bilinç düzeyi, olaylara bakışları, yorumlayışları vb.. konulardaki ve sosyal alandaki gelişmeler, çocukları yetişkin yaşama hazırlama fikrini ortaya çıkmış, bu nedenle yalnız çocuklara yönelik çok sayıda okul açılmış böylece çocukluk yeniden icat edilmiştir bir anlamda. 1544'de Thomas Phaire, pediatri üzerine ilk kitabı yazmıştır. 1774'te ise, bir yayıncı olan Jhon Newbery tarafından ilk çocuk öyküsü olan "Dev Katil Jack" adlı kitap basılmıştır.  "Her nerede, okur-yazarlık yüksek ve sürekli bir değer görmüşse orada okullar açılmış ve orada çocukluk anlayışı hızla gelişmiştir." diyor Neil Postman.

16.yy'ın sonlarına doğru matbaa üzerine temellenen yeni ve büyüyen bir ticari sistem ve eğitim üzerine düzenlenen yeni bir aile kavramı ortaya çıkardı. Norbert Elias diyor ki: "Ayıp ve mahcubiyet boyutları olan bir cinsellik kurumu ya da anlayışı ve bu anlayışa denk düşen davranış kısıtlamaları giderek toplumun tümüne az ya da çok ama eşit biçimde yayıldı. Yetişkinlerle çocuklar arasındaki mesafe arttığı zaman 'cinsel aydınlanma' 'vahim bir sorun' haline geldi." 16.yy. sonlarına kadar öğretmenler, çocukların 'edepsiz kitaplar' ın yanına yaklaşmalarına izin vermemişler ve müstehcen dil kullanan çocukları cezalandırmışlardır. Çocuk kitaplarıyla ilgili ilk sansürleme işlemleri de o tarihlerde başlamıştır.

18.yy'da endüstri devriminin gerçekleşmesiyle birlikte, çocukluk yeniden tehlikeye girmiş, kötü günler yaşamaya başlamıştır. Çocukların özel doğası, ucuz işgücü olarak faydalanma biçimine tabi kılınmıştır. Lawrence Stone'un belirttiği gibi, "Endüstriyel kapitalizmin bir etkisi de, çocuğu fabrikadaki rutinleştirilmiş emeğe koşullayacak bir sistem olarak görülen okulun, cezai ve disiplinsel yönlerine destek çıkmaktı." İngiliz toplumu, 18. kısmen de 19. yüzyıllar boyunca İngiliz endüstriyel makinesine yakıt atmak için kullanılan çocuklara yönelik davranışında özellikle vahşiydi. 1780'lerin sonlarına kadar çocuklar, cezası asılmak olan iki yüzden fazla suça mahkum edilmişlerdi. Yedi yaşındaki bir kız çocuğu, elbise çaldığı için Norwich'de asılmıştı. Charles Dickens de dahil olmak üzere birçok yazarın yazınsal yapıtları, 18. yüzyıldan 19.yüzyılın ortalarına kadar yoksul çocukların peşini bırakmayan acımasızlıkları işlemektedir. Yine 18.yy'da Goethe, Voltaire, Diderot, Kant, David Hume, Edward Gibbon, Locke, Rousseau gibi aydınlar çocukluk fikrini besleyip yaygınlaştırmaya devam etmişlerdir.

"Çocukluk, biyolojik bir kategori değil, toplumsal bir kurgudur," görüşünü savunan Neil Postman diyor ki, "Tüm toplumsal kurgular gibi çocukluğun süreğen varlığı da kaçınılmaz değildir. Günümüzde hızlı iletişim, gelişen teknoloji ve özellikle de televizyon çocukluğun sonunu hazırlamaktadır."

Neil Postman'ın bu konudaki görüşlerine ve kendi düşüncelerime bir sonraki yazımda yer vereceğim. Asıl üzerinde durmak istediğim konu ise; kendi toplumumuzda, yani Türkiye'de çocukluk yaşandı mı? Yaşanmadıysa nedenleri ve sonuçları nelerdir? Çocukluk durumları çocuk yazınına yansımış mıdır?  Günümüz Türkiye'sinde çocukluk adına yaşananlar nelerdir?




       

4 yorum:

  1. Matbaanın bulunuşuyla birdenbire çocukluk kavramını keşif ve hemencecik de edebiyatının oluşumu fikri hiiç inandırıcı gelmedi bana...

    YanıtlaSil
  2. Haklısın. Çok zor ve anlatılması uzun sürebilecek bir konuyu seçtim. Tabi ki birdenbire olmadı. Matbaanın icadından önce ufak uyanışlar, çocuklukla ilgili öneriler pek çok düşünür tarafından ortaya atıldı. Matbaa icat edilir edilmez de çocukluk kurgusu oluşmadı. Gelişim süreklilik arz eder biliyorsun. Ama ben, koskoca bir konuyu dar bir alanda uzun uzun anlatmakta zorlandım. Neredeyse anlatmak istediklerimin özetini geçtim. Konuyu daha ayrıntılı öğrenmek isteyenler, Neil Postman'ın Çocukluğun Yokoluşu'nu okuyabilirler. Ben yalnızca, çocukluğun oluşumundaki evrelere dikkat çekebildim, sevgili Meraklıkedi.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Pakize Hanım,
    Çok aydınlatıcı bir yazı olmuş, çok teşekkürler. Çocukluğun yokoluşunu gözümüzün önünde adım adım görüyoruz. Çok yazık... Hepsini küçük birer yetişkine dönüştürme çabası içindeyiz, anne babalar, eğitimciler, siyasetçiler ve hatta ki yazarlar. Nasılsa televizyon izlemiyorlar mı savunmasına sığınarak, her şeyi yazalım, her şeyi gösterelim, her şeyi bilsinler, "gerçek budur" diye acele acele çocukları büyütüyoruz.
    Cin mısırları tencerede belli bir ısıya ulaştığında, her koşulda patlarlar. Ancak tenceredeki mısırların sürekli karıştırılması gerekir, böylece mısırın her yanı ısıyı görerek kavrulabilir ve lezzetle yenir hale gelir. Sabırla karıştırılmazsa, tek tarafı kızarır ve böylece daha da çabuk patlar, ancak yenirken dip kısmı çiğ kaldığı için çiğnenmez, lezzeti de olmaz.
    Her gelişimin bir süreci vardır. Süreci hızlandırıp erken patlatmak, hayatı, çiğ ve lezzetsiz bırakıyor...

    Tekrar teşekkürler,
    Sevgiyle
    aytül akal

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Aytül Hanım, ilginiz ve duyarlılığınız için ben teşekkür ederim. Söylediğin gibi, çocukluk aldı başını bir bilinmeze doğru gidiyor. Hele bizim gibi aşırı muhafazakarlıkla 'modern'liğin karmaşasının yaşandığı bir toplumda bu konuda tam bir karmaşa yaşanmaktadır. Bir yanda dini görüşlerin etkisiyle bastırılan, yok edilmeye çalışılan çocukluk, diğer yanda 'modernleşme' adına yapılan aklın almayacağı saçmalıklar.

    YanıtlaSil