20 Mart 2013 Çarşamba

YOKOLMAKTA OLAN ÇOCUK (son)


Bundan önceki üç yazımda Neil Postman'ın, "Çocukluğun Yokoluşu" adlı eserinden yola çıkmış, Eski Yunan'dan başlayarak günümüze değin çocukluğun geçirdiği değişimleri anlatmıştım. Bu yazımda ise "Yokolmakta Olan Çocuk"la ilgili görüş ve düşünceleri toparlayacağım. Bir toplum kendini yeniden üretirken çocukluğu, kimi dönemlerde gerekli, kimi dönemlerde gereksiz kılmıştır. Konumuz dışı ama şu son yıllarda  ülkemizde toplum yeniden şekillendirilmekte, çok çocuklu, evine kapanmış, örtünmüş, kocalarının arkalarına gizlenmiş kadınlar üretilir ve revaçta olurken; bireysel hak ve özgürlüklerine sahip çıkan, eşitlik mücadelesindeki saflarda yer alan kadın gözden düşürülmeye, itibarsızlaştırılmaya (kovulmaya) çalışılmaktadır. Konumuza dönecek olursam; günümüzde çocukluğun 'kovulduğunu' ileri süren Neil Postman, yeni medyanın çocukluğun kovuluşuna neden olduğunu ileri sürmektedir. Hukuk, okul ve spor gibi toplumsal kurumların değişen görüş açılarını, çocuklar ve yetişkinlerin üslup ve stilinin karışıp birleşmesini çocukluğun yokolmakta olduğuna birer kanıt olarak gösteriyor Neil Postman.

TV'lerde artık 13. ve 14. yüzyıllardaki gibi minyatür çocuklar izlemekteyiz. Sanırım geçen yıldı; (programın adını anımsamıyorum) Erol Evgin ve Pınar Altuğ'un sunuculuğunu yaptığı çocuklar arası bir şarkı yarışmasına katılan, yaşları 8-15 arasında değişen çocuklar tıpkı programın sunucuları gibi kostümler ve tuvaletler içinde çıkıyorlardı sahneye. Yüzleri makyajlı, saçları abartılı şekilde yapılmıştı. Bildiğim kadarıyla bu programı, ne RTÜK ne de vatandaşlar eleştirdi. Yetişkin görünümündeki bu çocukların söylediği şarkılar yürek yakan aşklardan söz etmekle kalmıyor, erotizmi çağrıştıran sözler de içeriyordu. Oysa daha düne kadar okullarda çocuk şarkıları öğretilir, pek çok değerli besteci (Muammer Sun bunlardan biridir) çokça çocuk şarkısı bestelerdi. Erotizm de içeren aşk şarkıları öğretmek bir öğretmen için utanılası bir durumdu. Öğretmenlerin yetiştirildiği eğitim kurumlarında hep çocuğa görelik ön planda tutulurdu. TV programlarında hiçbir çocuk şarkısı söylenmiyor. Çocuk şarkılarına yer verilmiyor. TV programları, insanların anladıkları ve istedikleri şeyleri göstermektedirler. Çoğu insan, artık geleneksel ve idealize edilmiş çocuk modelini anlamamakta ve istememektedir. Çünkü bu model, onların yaşantıları ve tasavvurlarını desteklememektedir.

Toplumun bir kesimi yukarıda sözünü ettiğim durumdayken, diğer bir kesimi ise 'dindar ve kindar gençlik' yetiştirme arzusuna kapılarak küçücük kızların başlarını kapattırmakta, onları birer minyatür insan modeline büründürmektedirler. Geçenlerde gazetelerden birinde, bir ilkokulun önünde çekilmiş öğrenci resimleri yayımlandı. Buradaki kızların neredeyse tamamının başları tıpkı öğretmenlerinin başı gibi kapatılmıştı. Hepsinin  formalarının etekleri uzundu. Kızların yoksul görünümü olmasa, öğretmenlerinden ayırmakta zorluk çekiliyordu. Bu ailelerin çocuklarına, içlerinde erotizmi de barındıran aşk şarkıları öğretmedikleri kesin. Ama, onlar da yaşlarını göz önünde bulundurmaksızın dindar olmaları için, çocukların anlamlandıramayacakları soyut kavramları öğrenmeleri dayatmasında bulunuyorlar, ilahiler ezberletiyorlar. Yani, çocuklarını dindar birer yetişkin insan özelliklerine kavuşturma gayreti içindeler.  

Aynı şekilde çocuk edebiyatında da, değişimlerin çoğu medyanınkiyle aynı durumdadır. Çocuk edebiyatında, aileyi ve öğretmenleri eleştiren, var olan eğitim sistemini 'ti'ye alan pek çok çocuk kahramanla karşılaşırız. Pek çoğu, yetişkinlere ders verecek yetkinlikte görür kendini. (Burada, konunun dağılacağını düşünerek, yazar ve kitap adları vermekten, dini kitaplara değinmekten kaçınıyorum.) Yine TV'nin toplum üzerindeki etkisine dönelim. "Eğer, TV'nin içeriğine yakından bakacak olursak, yalnızca "yetişkinleştirilmiş" çocuğun doğuşunu değil, "çocuklaştırılmış" yetişkinin doğuşunun kanıtlarını da bulabiliriz." diyor Neil Postman ve şöyle sürdürüyor açıklamalarını: "Birkaç istisna dışında, TV'deki yetişkinler, işlerini ciddiye almamakta; çocuk bakmamakta; politik ve dinsel eğilimleri olmamakta; hiçbir geleneği temsil etmemekte; ufukları ya da ciddi planları bulunmamakta; kapsamlı konuşmalar yapmamakta ve hiçbir durumda yedi yaşındaki bir çocuğa tanıdık gelen herhangi bir şeyden söz etmemektedir." Kısacası, Neil Postman'ın söylediği gibi; 16. yüzyılda başlamış olan ve çocukların giyim tarzıyla bilinenden ayrı olan bir eğilime giriyoruz. Çocukluk kavramının zayıflaması ile birlikte, çocukluğun simgesel işaretleri de azalmaktadır.

Çocukluğun yokolmasının en önemli işaretlerinden birisi de; saklambaç, körebe, köşe kapmaca, elim sende vs. gibi denetimsiz çocuk oyunlarının son bulmasıdır.  Çocuk oyunları giderek resmi, profesyonel, son derece ciddi bir hale bürünmektedir. 1981'de on ulustan dört bin çocuğu içeren ve Kanada'nın Ontario kentinde bir futbol turnuvası düzenlenmiştir. On yaşındaki çocuklar arasındaki  bu oyunda, babaların saha kenarında tartışmasından kavga çıkmış, oyuncular birbirlerini sert oynamakla ve faul yapmakla suçlamışlardır. Daha sonra anne ve babalar saç saça, baş başa birbirlerine girmişlerdir. Yaşlı başlı antrenörler, çocukları insafsızca ve zorla yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Dünya çapında ün elde eden 12 yaşındaki patenciler, yüzücüler, jimnastikçiler oldukça yaygındır. Günümüzde, altı yaşındaki çocuklar bile oyunlarını kendiliğinden olmaksızın dikkatli bir danışmanlık altında ve yoğun bir rekabet düzeyinde oynamaktadırlar. Neil Postman soruyor ve yanıtlıyor: "Neden yetişkinler çocukların özgürlüğünü, kendiliğinden oyun oynama keyfini inkar ediyor? Neden çocukları profesyonel stilde yetiştirme, yoğunlaştırma, gerilime sokma ve medya esrarının insafına teslim etmektedirler? Çünkü, çocukluğun biricikliğine ilişkin geleneksel varsayımlar, hızlıca zayıflamaktadır. Burada farkında olduğumuz şey, oyunun kendiliğindenci biçimde oynanmadığı; şöhret, para, fiziksel koşullanma, sınıf atlama, ulusal gurur gibi amaçlar için oynandığıdır.Çocukluk yiterken çocuğun oyun görüşü de kaybolmaktadır."

Çocuk ve yetişkin görüş açılarının birleşip kaynaşmasına yönelik aynı eğilim eğlence üsluplarında da gözlenmektedir. TV'ye ilişkin 1980 Nielsen Raporu, 18 yaşın üstündeki insanlar olarak tanımlanan yetişkinlerin en beğendikleri programların, 12 ile 17 yaş arasındaki çocukların da en beğendiği 15 program arasında olduğunu belirlemiştir. Araştırmalar göstermiştir ki, şimdilerde çocuğu eğlendiren şey yetişkinleri de eğlendirmektedir. Giyim, yiyecek, oyunlar ve eğlence türdeş bir stile doğru ilerlerken, benzer gelişme dilde de görülmektedir.Gençlerin okum-yazmada "başarı düzeyi" yeterliliğine erişmeleri kapasitesinin azaldığı bilinmektedir. Usavurma ve geçerli sonuçlar çıkarma yeteneklerinin de zayıfladığı bilinmektedir. "Kirli sözcük" denilen yetişkin dili sırları, çocuklar tarafından tümüyle bilinmekle kalmamakta, çocuklar tarafından yetişkinler kadar serbestçe kullanılmaktadır. (Sokakta oynayan çocukların, küfürlü konuşmalarına çoğu kez tanık olmuşumdur) Bu gerçek, görgü kuralları kavramında bir yitişi göstermektedir. Dil, giyim, zevk, yemek alışkanlıkları vs. giderek türdeş, birbirine benzer hale gelirken, toplumsal hiyerarşi düşüncesinde kökenlenen uygarlığın hem uygulamasında hem de anlamında benzer bir çöküş ortaya çıkmaktadır. Günümüz koşullarında yetişkinlik, otorite ve havasının çoğunu yitirmiştir ve yaşlı olana saygı fikri, gülünç hale gelmiştir. Okullarda, "disiplin sorunları" denilen olaylar artmış, "teşekkür ederim" ve "lütfen" gibi geleneksel nezaket ifadeleri azalmıştır.

Bütün bunlar, hem çocukluğun çöküşünün, hem de yetişkinliğin karakterinde paralel bir alçalmanın göstergeleridir. Fakat, aynı sonuca işaret eden bir dizi acı gerçek daha vardır. Örneğin, 1950 yılında, tüm Amerika'da  15 yaşın altında olan yalnızca 170 kişi, FBI'ın ciddi suçlar dediği cinayet, tecavüz, hırsızlık ve şiddetli saldırıdan dolayı tutuklanmışlar. Bu sayı, Amerika'nın, 15 yaşın altında .0004 oranını temsil etmekteymiş. 1950 ile 1979 arasında, çocuklar tarafından işlenen ciddi suçların oranı, %11.000 artmıştır. Ciddi olmayan çocuk suçları ise % 8.300 artış göstermiştir. Git gide, yetişkinlerle çocuk suçları arasındaki farkın hızlıca kapandığı görülmüştür. Bu sonuçlar, Amerika'da meclis üyelerini, çocuk suçlulara yetişkinler olarak davranılması için acele yasa hazırlamaya yöneltmiştir. Pek çok eyalette, çocukların duruşmalarında genellikle uygulanan gizlilik esası kaldırılmıştır.

Çocuk suçluluğunu hem sıklığında hem vahşiliğinde bu hızlı artışın pek çok nedeni olmakla birlikte, en önemli nedeni çocukluk kavramının yitişidir. Çocuklar, psikolojik ve toplumsal çerçevelerin, yetişkinler ile çocuklar arasındaki farkları vurgulamadığı bir toplumda yaşamaktadırlar. Yetişkin dünyası, kendisini çocuklar için anlaşılabilir her tarza açtıkça, çocuklar kaçınılmaz olarak yetişkinlerin suç etkinliğini taklit edeceklerdir. Çocuklar aynı zamanda bu düzenin kurbanlarıdırlar da. Çocuklar suistimal edilmekte şiddet görmektedirler. Çocuklar dövülmektedir; çünkü, onlar çocuk olarak algılanmamaktadır. Kısacası çocuklar, minyatür yetişkinler olarak görülmektedir. Çocukların minyatür yetişkinler olarak algılanması, suç etkinliklerinin yanı sıra, başka eğilimleri de desteklemektedir. Örneğin, çocuklar arasında cinsel etkinliğin artan düzeyi oldukça iyi biçimde kanıtlarla ortaya konulmuştur. Catherine Chilman'ın sunduğu veriler, genç beyaz kızlar için artışın 1960'ların sonundan bu yana keskin olduğunu göstermektedir. Melvin Zelnick ve Jhon Kantner'in çalışmalarına göre tüm ırklar arasında evli olmayan 13-19 yaş arası kadınlar arasındaki cinsel etkinliğin yaygınlığı 1971 ile 1976 arasında % 30 artmıştır. Yani, toplumun % 55'i  19 yaşına kadar cinsel ilişkiye girmiştir.

Görüyoruz ki medya, çocuk ve yetişkin cinselliği arasındaki farkları silme anlamında önemli bir rol oynamıştır. Özellikle TV, tüm nüfusu yüksek bir cinsel heyecan durumu içine sokmakla kalmamakta, eşitlikçi bir cinsel ilişki türüne de vurgu yapmaktadır. Cinsellik, karanlık ve derin bir yetişkin sırrından herkes için hazır olan bir ürüne dönüştürülmektedir. Bütün bunların yanısıra, çocuk ve gençler arasında, uyuşturucu, alkol kullanımlarının da arttığı bilinmektedir. Bu gidiş karşısında her ne kadar çocuk hakları savunucuları olan kurumlar oluşsa, sorunun çözümü konusunda farklı düşünceler ortaya atılsa da, en çarpıcı görüşleri "Doğuştan Kazanılan Haklar" adlı eserinde Richard Farson ortaya koymuştur. Farson, çocuğun bilgilenme, kendi eğitim seçeneğini oluşturma, cinsel özgürlük, ekonomik ve politik güç, hatta kendi yaşam çevresini seçme hakkının hemen geri verilmesini savunur. Ayrıca Farson, ensest, çocuklar yetişkinler arasındaki cinsellik de dahil, tüm cinsel davranışların suçtan arındırılması gerektiğini; kendileri tarafından yönetilen "evler" de dahil olmak üzere çocuklara istedikleri yerlerde ve insanlarla yaşamaları için izin verilmesi gerektiğini de savunur. "Çünkü" der, "yetişkinlerin ilgilerinin içten olmadığına inanıyorum." Neil Postman ise, bu görüşü şöyle değerlendirmektedir;

"Bir yüzyıldan beri nasıl iletişim kurduğumuzu, neyi ilettiğimizi ve her şeyi paylaşma düzeni içinde neye ihtiyaç duyduğumuzu yeniden tasarımlamadığımızdan bu yana, yetişkinliğe ihtiyaç duymadığımız (bunu kabul etmeye cesaret edemememize rağmen) noktasında olduğu gibi çocuklara da ihtiyaç duymadığımız noktasına ulaştık. Farson'un önerilerini bu kadar korkutucu kılan şey, onun ironisiz ya da üzülmeksizin gerçeği açıklamasıdır."

Çocukluğun yokolmaması isteğiyle....






   





10 Mart 2013 Pazar

OKUMALARIM/ YETİŞKİN ÇOCUK (3)


Aynı konu başlığındaki bu üçüncü yazımı biraz geciktirdim. Devlet dairelerinin içine düştüğüm, önüme çıkan kalın duvarlar arasında yok olduğum; sonunda, başladığım noktaya döndüğüm günler yaşadım. Özel hayatım ve yazma çalışmalarım bu yüzden aksadı. Yazıma başlamadan önce küçük bir anımsatma: Bundan önceki iki yazım okunursa, söyleyeceklerim daha iyi anlaşılacaktır.

Neil Postman'ın "Çocukluğun Yokoluşu" adlı eserinde sözünü ettiği; matbaanın, modern yetişkinlik düşüncesini üretmesiyle birlikte bir kurgu olarak ortaya çıkan çocukluğun, günümüz elektrikli iletişim çağında nasıl da yokolmaya başladığı üzerine yazacaklarımın tamamı yine. Tabi ki, Neil Postman'ın bakış açısıyla... Elektrikli haberleşme çağında yok olan yalnız çocukluk değil, yetişkinlerin de şekil değiştirerek çocuklaşmakta olduklarını ileri sürmektedir Postman. Bunun doğruluğunu gösteren  görsel örneklerle karşılaşıyorum sık sık. Birkaç gün önce basılı medyada, aynı ekose kumaştan, aynı model (büzgülü ve mini) giysilerle dolaşan Pınar Altuğ ve kızının fotoğrafları yer aldı. TV reklamlarında, anne ile kızın aynı yaştaymış hissi uyandıran görüntüleri ve davranışlarıyla karşılaşıyoruz. Yine, magazin basınında, aynı erkeğe aşık olan anne ve kızlarından söz edildiği oluyor. Neil Postman, günümüz yetişkinlerini "Yetişkin Çocuk" olarak tanımlıyor. Durumu daha anlaşılır kılmak için yetişkinliği neyi ifade ettiğini kavramlaştırarak başlıyor söze. "Yoksa, çocukluğun ne anlama geldiğini açıkça ortaya koymakta zorlanırız." diyor

Yetişkin Çocukluk

Modern yetişkin; kendini sınırlama kapasitesine, hazzı erteleme hoşgörüsüne, kavramsal ve ardışık olarak karmaşık düşünme yeteneğine, hem tarihsel sürekliliğe hem de geleceğe ilişkin zihinsel meşguliyete, akla ve hiyararşik düzene yüksek bir değer biçme özelliklerine sahiptir. Neil Postman; "Elektrikli medya, okur-yazarlığı kültürün periferisine (dışına, haricine) gönderip onun merkezdeki yerine geçerken, farklı tutumlar ve karakter özellikleri değer kazanır ve yetişkinliğin yeni bir zayıflatılmış tanımı ortaya çıkar." diyor. Yetişkin- çocuk'u ise "Entellektüel ve duygusal kapasitesi gerçekleşmeyen ve özellikle çocuklarla ilişkili olanlardan önemli oranda farklı olmayan bir yetişkin kimse" olarak tanımlıyor. Ortaçağ'da yetişkin-çocuk normal bir durumdu, çünkü büyük ölçüde okur-yazarlığın, okulların ve nezaketin yokluğu nedeniyle yetişkin olabilmek için özel bir disiplin ya da öğrenme gerekmiyordu. Bir ölçüde benzer nedenlerden dolayı yetişkin-çocuk, kültürümüzde normal olarak ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlardan çıkan sonuç: İnsan gelişmesinin yeraldığı simgesel arena, kendi biçim ve içeriğinde ve özellikle çocuk ve yetişkin duyarlılıkları arasında ayrım gerektirmeyen yönde değişirken, iki yaşam devresi kaçınılmaz biçimde tek potada karışmaktadır.

Peki, nasıl oluyor da TV, bir yandan çocukluğun yok oluşuna, diğer yandan yetişkinlerin çocuklaşmasına neden oluyor?.. TV'den önce etkileşim içinde bilgilendirmelerde bulunulurken, politik yargıların denetlenebilirliliği göreceli kolaydı. TV'den sonra bu denetimi yapmak zorlaştı. Politik başarıyı arzulayanlar, kamunun bildiği şeyleri denetleyecek bir çaba içinde "imaj menejerleri" istihdam etmek zorunda kaldılar. TV imajının sürekli değiştiği yerlerde izleyici, eğer bunalmamışsa sözel olmayan enformasyon tarafından tümüyle esir alınır. Basit bir deyişle TV, kişinin dikkatini soyut, uzak, karmaşık ve ardışık olan fikirlere değil; somut, parlak ve bütünsel olan kişiliklere çeker. TV, "güçlü politik yargı" ile kastedilen şeyi, mantıksal bir konudan çok, estetik bir çerçeveye koyarak yeniden tanımlar. On yaşındaki okur-yazar bir çocuk, politik bir adayın sızdırdığı enformasyonu oldukça bilgili olan elli yaşındaki bir yetişkin kadar kolay ve hızlı biçimde yorumlayabilir ya da en azından tepki gösterebilir.

ABD Anayasası yazıldığı zaman James Madison ve meslektaşları, olgun yurttaşlığın zorunlu olarak yüksek bir okur-yazarlığı ve ona eşlik edecek olan analitik becerileri gerektirdiğini düşünmüşlerdi. Bu nedenle genel olarak 21 yaşın altında tanımlanan bir toplumsal kesim olarak gençlik, seçim sürecinden dışlanmıştı. George Counts; "..... Fazla ileri gidildiği sürece, TV çağındaki politik yargıların oluşumu, karmaşık okur-yazarlık becerileri ve hatta okur-yazarlığı bile gerektirmeyecektir." öngörüsünde bulunmuştur.

TV, haber gösterimlerinde aynı müzik, anlatılan konunun Afganistan'ın işgali, bir belediye bütçesinin kabulü ya da süper bir futbol zaferi olup olmamasına göre çalınır. Aynı müzik, "farklı" bir olaylar seti eşliğinde aynı spotlar altında her gece kullanılarak TV haberleri gösterimi, onların ana motiflerinin gelişimine katkıda bulunur: Bugünle ertesi gün arasında önemli farklılıklar yoktur, dün uyandırılan aynı heyecanlar bugün de uyandırılır ve hangi durumda olursa olsun günün olayları önemsizleşir. TV, yeterince doğal biçimde görsel imajı dayatmaya yönelir ve hemen tüm durumlarda insan yüzünün cazibesi, insanın ses gücünün üzerinde bir önceliğe sahip olur. Bir Tv spikerinin, sunduğu haberin anlamını kavraması gerekmez. Çoğu, konuştukları sözcüklere uyacak olan uygun bir yüz ifadesi bile göstermeyebilirler. Esas olan, izleyicilerin haber spikerlerinin yüzlerine bakmaktan hoşlanmalarıdır. Elli yaşın üzerinde kadın spikerlere, neredeyse hiç rastlamayız bu nedenle.

TV'deki tüm olay gösterimlerinin, tarihsel süreklilikten ya da herhangi bir diğer çerçeveden tümüyle yoksun biçimde ve beyinlerimizi farklılaştırılmamış bir akım içinde yıkayarak bir tür parçalı ve hızlı ardıllık içinde sunulmaktadır. Bu hem duyguyu hem de duyarlılığı körleten narkoz niteliğindedir. Ayrıca "haberleri" bu tarz tanımlama ya da verme biçimi iki ilginç etkiyi gerçekleştirmektedir. Birincisi, bir olaya ilişkin düşünmeyi, ikincisi de bir olayı hissedebilmeyi güçleştirmesidir. TV haberler show'nun heyecanı, bir öz değil, büyük ölçüde bir hızlılık işidir. Heyecan, haberin anlamına değil hareketine ya da akımına yöneliktir. "Önceki nedenleri ya da sonuçları olamayan haber programlarındaki tüm olayların değer içermez ve bu yüzden anlamsız olduklarıdır. Burada, TV haber show'larının korkunç biçimde gerçek dışı oldukları akıldan çıkarılmamalıdır." diyor Postman.

TV haberler show'unun yanıtı şudur: Dünyada ayırt edilecek oran anlamı ya da duygusu yoktur. Olaylar tümüyle özel durumla ilgilidirler; tarihin, günün önemli olaylarla ilişkisi yoktur; bir şeyi bir diğeriyle ilgilendirmenin ussal temelleri yoktur. Deyim yerindeyse haberler, bir yetişkin dünya görüşü değildir. Show türü bir program, belirli etkiler dizisi üretmek için dikkatlice sahnelenen bir eğlence, oyun ve fantezi dünyasıdır ki bu  dünyada izleyici gülme, ağlama ya da duygusuzlaşma ya da uyuşmaya terk edilir. "Bu haber show'un işidir ve yapımcıların Emmy ödülleri alırken yaptıkları gibi bu tür showların amacının kamuyu bilgilendirmek olduğunu iddia etmek, üfürmektir." diyor Neil Postman.

Yasalar, çocukların ticari işler yapmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Okur-yazarlığın yükselişinden yoğun olarak etkilenen kapitalist ideoloji içindeki çocukların, bir satıcının ürünü değerlendirmek için analitik becerilere sahip olmadıklarını, çocukların henüz tam anlamıyla ussal işlere muktedir olmadıkları anlayışını korur. Fakat TV'deki reklamlar, ürünlerini analitik beceriler gerektiren ya da ussal ve olgunlaşmış yargı çerçevesinde düşünmemizi gerektiren biçimde sunmaz. Tüketiciye sunulan, gerçekler değil, fakat hem yetişkinlerin hem de çocukların kendilerini eşit bağlılıkla (bağlamayla) ve mantık ya da kanıtlama sorumluluğu olmaksızın bağlayabildikleri yanlış fikirlerdir. Önemli nitelikteki TV reklamlarının çoğunluğu tutarlı ve uygun bir teoloji etrafında düzenlenen dinsel mesel biçimini anlatır.Tüm dinsel meseller gibi TV reklamları da bir günah kavramı, kefaret biçimine ilişkin imalar ve Cennet imgelemi ileri sürerler. TV reklamları, şeytanın köklerinin ve kutsal yükümlülüklerinin ne olduğunu da açıklarlar. Eğer kişi reklamda önerilen tarzda davranırsa ödüllendirilecektir. Fakat, sonuç kısmının sunulmasında bize bir Cennet imgesi gösterilir.

Sonuç olarak TV reklamları, yetişkinlik ile çocukluk arasındaki hattı bulanıklaştırmakta, çünkü çocuklar TV reklamlarının teolojisini anlamakta güçlük çekmektedirler. TV reklamlarında varlığın doğasına ilişkin derin bir sorunu telkin eden ya da talep eden bir şey yoktur. Bu teolojiyi benimseyen yetişkin, çocuktan farklı değildir. TV, bir anlamı geçmişe ya da geleceğe iletmede etkili kaynaklara sahip değildir. Şimdi merkezli bir araçtır. TV'deki her şey "şimdi" gerçekleşen biçimde izlenir. İzleyicilere, izledikleri videoteybin günler ya da aylar öncesinden hazırlandığı dili içinde söylenmesi gerekliliğinin nedeni budur. Sonuç olarak, şimdi, tamamen oransız biçimde genişletilir ve yetişkinlerin TV tarafından sonuçlara çocukça aldırmazlıkta olduğu gibi yakın, zevk için çocukça ihtiyacı normal olarak kabul etmeye zorlanmalarının mantıksal bir varsayımı ya da tahminidir. TV, toplumsal davranış kurallarına uymayı gerektirmeksizin izole bir yaşam oluşturmaya yöneltir. Sizin dikkat göstermenizi bile gerektirmez ve sonuçta da bir yetişkinin toplumsal bütünleşme ya da bağlılık bilincini geliştirmez.

TV, sadece çok sayıda insanın kolayca ulaşmasından değil, TV'deki her şeyin, bir tartışma ya da fikirler dizisi değil, bir hikaye biçiminde verilmesinden dolayı kitlelerin ilk gerçek tiyatrosudur. Politika, bir hikaye olmaktadır. Haberler, ticaret, din de öyle... Bilim bile hikaye biçiminde verilmektedir. Matbaanın basımında öncü olan ve yetişkin zihnine özel bir karakter veren Açıklama Çağı hemen hemen bitmiş, yerini "Ticari Show Çağı" almıştır. TV'nin işi show yapmak, soyutlamadan vazgeçmek ve her şeyi somutlaştırmaktır. İşte, yetişkinliğin zayıflatılma nedeni bu bağlamda düşünülmelidir. Resimler ve öyküler, çocukların dünyayı anladıkları doğal biçimlerdir. Açıklama ise büyükler içindir.

Fonetik okur-yazarlık, M.Ö. 5.yüzyılda Atinalılar'da zihnin eğilimlerini değiştiriken, M.S. 5.yüzyılda toplumsal okur-yazarlığın yitmesi, Ortaçağ zihniyetinin oluşumuna yardım ederken, 16.yüzyılda tipografi ya da matbaacılık düşüncenin karmaşıklığını artırırken-gerçekte zihin içeriğini değiştirdi-TV de çocuk ile yetişkin arasında ayrım yapmamızı gereksizliştirmektedir, çünkü mentaliteleri türdeş hale getirmek, TV'nin doğasında vardır. Goldenson, 1981'de Emerson Koleji'nin diplama töreninde konuşurken mezunlara şunları söylemiştir: "Artık geleneksel becerilerin ustalığına güvenemeyiz. İletişimciler, oyuncular, buluşçular ve yurttaşlar olarak bizim (elektrik devriminin) yeni bir okur-yazarlık türüne gereksinimimiz vardır. Bu, görsel bir okur-yazarlık, elektronik bir okur-yazarlık olacaktır."

Bu yazımda yalnız, "Yetişkin Çocuk"u değil, "Yokolmakta Olan Çocuk"u da anlatmayı planlamıştım; fakat, konunun uzayacağı, bu nedenle okuyucuyu zorlayabileceği düşüncesiyle yalnızca "Yetişkin Çocuk"u anlatabildim. Tabi ki, çok kısaltılmış bir özet halinde... Bir sonraki yazımın konusu, "Yokolmakta  Olan Çocukluk", daha ilerde ise, Türkiye'deki çocukluğu anlatmayı düşünüyorum. Bu konuya ilgi duyanlara, daha geniş bir görüş edinebilmeleri için, "Çocukluğun Yokoluşu"nu okumalarını öneririm.