10 Mart 2013 Pazar

OKUMALARIM/ YETİŞKİN ÇOCUK (3)


Aynı konu başlığındaki bu üçüncü yazımı biraz geciktirdim. Devlet dairelerinin içine düştüğüm, önüme çıkan kalın duvarlar arasında yok olduğum; sonunda, başladığım noktaya döndüğüm günler yaşadım. Özel hayatım ve yazma çalışmalarım bu yüzden aksadı. Yazıma başlamadan önce küçük bir anımsatma: Bundan önceki iki yazım okunursa, söyleyeceklerim daha iyi anlaşılacaktır.

Neil Postman'ın "Çocukluğun Yokoluşu" adlı eserinde sözünü ettiği; matbaanın, modern yetişkinlik düşüncesini üretmesiyle birlikte bir kurgu olarak ortaya çıkan çocukluğun, günümüz elektrikli iletişim çağında nasıl da yokolmaya başladığı üzerine yazacaklarımın tamamı yine. Tabi ki, Neil Postman'ın bakış açısıyla... Elektrikli haberleşme çağında yok olan yalnız çocukluk değil, yetişkinlerin de şekil değiştirerek çocuklaşmakta olduklarını ileri sürmektedir Postman. Bunun doğruluğunu gösteren  görsel örneklerle karşılaşıyorum sık sık. Birkaç gün önce basılı medyada, aynı ekose kumaştan, aynı model (büzgülü ve mini) giysilerle dolaşan Pınar Altuğ ve kızının fotoğrafları yer aldı. TV reklamlarında, anne ile kızın aynı yaştaymış hissi uyandıran görüntüleri ve davranışlarıyla karşılaşıyoruz. Yine, magazin basınında, aynı erkeğe aşık olan anne ve kızlarından söz edildiği oluyor. Neil Postman, günümüz yetişkinlerini "Yetişkin Çocuk" olarak tanımlıyor. Durumu daha anlaşılır kılmak için yetişkinliği neyi ifade ettiğini kavramlaştırarak başlıyor söze. "Yoksa, çocukluğun ne anlama geldiğini açıkça ortaya koymakta zorlanırız." diyor

Yetişkin Çocukluk

Modern yetişkin; kendini sınırlama kapasitesine, hazzı erteleme hoşgörüsüne, kavramsal ve ardışık olarak karmaşık düşünme yeteneğine, hem tarihsel sürekliliğe hem de geleceğe ilişkin zihinsel meşguliyete, akla ve hiyararşik düzene yüksek bir değer biçme özelliklerine sahiptir. Neil Postman; "Elektrikli medya, okur-yazarlığı kültürün periferisine (dışına, haricine) gönderip onun merkezdeki yerine geçerken, farklı tutumlar ve karakter özellikleri değer kazanır ve yetişkinliğin yeni bir zayıflatılmış tanımı ortaya çıkar." diyor. Yetişkin- çocuk'u ise "Entellektüel ve duygusal kapasitesi gerçekleşmeyen ve özellikle çocuklarla ilişkili olanlardan önemli oranda farklı olmayan bir yetişkin kimse" olarak tanımlıyor. Ortaçağ'da yetişkin-çocuk normal bir durumdu, çünkü büyük ölçüde okur-yazarlığın, okulların ve nezaketin yokluğu nedeniyle yetişkin olabilmek için özel bir disiplin ya da öğrenme gerekmiyordu. Bir ölçüde benzer nedenlerden dolayı yetişkin-çocuk, kültürümüzde normal olarak ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlardan çıkan sonuç: İnsan gelişmesinin yeraldığı simgesel arena, kendi biçim ve içeriğinde ve özellikle çocuk ve yetişkin duyarlılıkları arasında ayrım gerektirmeyen yönde değişirken, iki yaşam devresi kaçınılmaz biçimde tek potada karışmaktadır.

Peki, nasıl oluyor da TV, bir yandan çocukluğun yok oluşuna, diğer yandan yetişkinlerin çocuklaşmasına neden oluyor?.. TV'den önce etkileşim içinde bilgilendirmelerde bulunulurken, politik yargıların denetlenebilirliliği göreceli kolaydı. TV'den sonra bu denetimi yapmak zorlaştı. Politik başarıyı arzulayanlar, kamunun bildiği şeyleri denetleyecek bir çaba içinde "imaj menejerleri" istihdam etmek zorunda kaldılar. TV imajının sürekli değiştiği yerlerde izleyici, eğer bunalmamışsa sözel olmayan enformasyon tarafından tümüyle esir alınır. Basit bir deyişle TV, kişinin dikkatini soyut, uzak, karmaşık ve ardışık olan fikirlere değil; somut, parlak ve bütünsel olan kişiliklere çeker. TV, "güçlü politik yargı" ile kastedilen şeyi, mantıksal bir konudan çok, estetik bir çerçeveye koyarak yeniden tanımlar. On yaşındaki okur-yazar bir çocuk, politik bir adayın sızdırdığı enformasyonu oldukça bilgili olan elli yaşındaki bir yetişkin kadar kolay ve hızlı biçimde yorumlayabilir ya da en azından tepki gösterebilir.

ABD Anayasası yazıldığı zaman James Madison ve meslektaşları, olgun yurttaşlığın zorunlu olarak yüksek bir okur-yazarlığı ve ona eşlik edecek olan analitik becerileri gerektirdiğini düşünmüşlerdi. Bu nedenle genel olarak 21 yaşın altında tanımlanan bir toplumsal kesim olarak gençlik, seçim sürecinden dışlanmıştı. George Counts; "..... Fazla ileri gidildiği sürece, TV çağındaki politik yargıların oluşumu, karmaşık okur-yazarlık becerileri ve hatta okur-yazarlığı bile gerektirmeyecektir." öngörüsünde bulunmuştur.

TV, haber gösterimlerinde aynı müzik, anlatılan konunun Afganistan'ın işgali, bir belediye bütçesinin kabulü ya da süper bir futbol zaferi olup olmamasına göre çalınır. Aynı müzik, "farklı" bir olaylar seti eşliğinde aynı spotlar altında her gece kullanılarak TV haberleri gösterimi, onların ana motiflerinin gelişimine katkıda bulunur: Bugünle ertesi gün arasında önemli farklılıklar yoktur, dün uyandırılan aynı heyecanlar bugün de uyandırılır ve hangi durumda olursa olsun günün olayları önemsizleşir. TV, yeterince doğal biçimde görsel imajı dayatmaya yönelir ve hemen tüm durumlarda insan yüzünün cazibesi, insanın ses gücünün üzerinde bir önceliğe sahip olur. Bir Tv spikerinin, sunduğu haberin anlamını kavraması gerekmez. Çoğu, konuştukları sözcüklere uyacak olan uygun bir yüz ifadesi bile göstermeyebilirler. Esas olan, izleyicilerin haber spikerlerinin yüzlerine bakmaktan hoşlanmalarıdır. Elli yaşın üzerinde kadın spikerlere, neredeyse hiç rastlamayız bu nedenle.

TV'deki tüm olay gösterimlerinin, tarihsel süreklilikten ya da herhangi bir diğer çerçeveden tümüyle yoksun biçimde ve beyinlerimizi farklılaştırılmamış bir akım içinde yıkayarak bir tür parçalı ve hızlı ardıllık içinde sunulmaktadır. Bu hem duyguyu hem de duyarlılığı körleten narkoz niteliğindedir. Ayrıca "haberleri" bu tarz tanımlama ya da verme biçimi iki ilginç etkiyi gerçekleştirmektedir. Birincisi, bir olaya ilişkin düşünmeyi, ikincisi de bir olayı hissedebilmeyi güçleştirmesidir. TV haberler show'nun heyecanı, bir öz değil, büyük ölçüde bir hızlılık işidir. Heyecan, haberin anlamına değil hareketine ya da akımına yöneliktir. "Önceki nedenleri ya da sonuçları olamayan haber programlarındaki tüm olayların değer içermez ve bu yüzden anlamsız olduklarıdır. Burada, TV haber show'larının korkunç biçimde gerçek dışı oldukları akıldan çıkarılmamalıdır." diyor Postman.

TV haberler show'unun yanıtı şudur: Dünyada ayırt edilecek oran anlamı ya da duygusu yoktur. Olaylar tümüyle özel durumla ilgilidirler; tarihin, günün önemli olaylarla ilişkisi yoktur; bir şeyi bir diğeriyle ilgilendirmenin ussal temelleri yoktur. Deyim yerindeyse haberler, bir yetişkin dünya görüşü değildir. Show türü bir program, belirli etkiler dizisi üretmek için dikkatlice sahnelenen bir eğlence, oyun ve fantezi dünyasıdır ki bu  dünyada izleyici gülme, ağlama ya da duygusuzlaşma ya da uyuşmaya terk edilir. "Bu haber show'un işidir ve yapımcıların Emmy ödülleri alırken yaptıkları gibi bu tür showların amacının kamuyu bilgilendirmek olduğunu iddia etmek, üfürmektir." diyor Neil Postman.

Yasalar, çocukların ticari işler yapmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Okur-yazarlığın yükselişinden yoğun olarak etkilenen kapitalist ideoloji içindeki çocukların, bir satıcının ürünü değerlendirmek için analitik becerilere sahip olmadıklarını, çocukların henüz tam anlamıyla ussal işlere muktedir olmadıkları anlayışını korur. Fakat TV'deki reklamlar, ürünlerini analitik beceriler gerektiren ya da ussal ve olgunlaşmış yargı çerçevesinde düşünmemizi gerektiren biçimde sunmaz. Tüketiciye sunulan, gerçekler değil, fakat hem yetişkinlerin hem de çocukların kendilerini eşit bağlılıkla (bağlamayla) ve mantık ya da kanıtlama sorumluluğu olmaksızın bağlayabildikleri yanlış fikirlerdir. Önemli nitelikteki TV reklamlarının çoğunluğu tutarlı ve uygun bir teoloji etrafında düzenlenen dinsel mesel biçimini anlatır.Tüm dinsel meseller gibi TV reklamları da bir günah kavramı, kefaret biçimine ilişkin imalar ve Cennet imgelemi ileri sürerler. TV reklamları, şeytanın köklerinin ve kutsal yükümlülüklerinin ne olduğunu da açıklarlar. Eğer kişi reklamda önerilen tarzda davranırsa ödüllendirilecektir. Fakat, sonuç kısmının sunulmasında bize bir Cennet imgesi gösterilir.

Sonuç olarak TV reklamları, yetişkinlik ile çocukluk arasındaki hattı bulanıklaştırmakta, çünkü çocuklar TV reklamlarının teolojisini anlamakta güçlük çekmektedirler. TV reklamlarında varlığın doğasına ilişkin derin bir sorunu telkin eden ya da talep eden bir şey yoktur. Bu teolojiyi benimseyen yetişkin, çocuktan farklı değildir. TV, bir anlamı geçmişe ya da geleceğe iletmede etkili kaynaklara sahip değildir. Şimdi merkezli bir araçtır. TV'deki her şey "şimdi" gerçekleşen biçimde izlenir. İzleyicilere, izledikleri videoteybin günler ya da aylar öncesinden hazırlandığı dili içinde söylenmesi gerekliliğinin nedeni budur. Sonuç olarak, şimdi, tamamen oransız biçimde genişletilir ve yetişkinlerin TV tarafından sonuçlara çocukça aldırmazlıkta olduğu gibi yakın, zevk için çocukça ihtiyacı normal olarak kabul etmeye zorlanmalarının mantıksal bir varsayımı ya da tahminidir. TV, toplumsal davranış kurallarına uymayı gerektirmeksizin izole bir yaşam oluşturmaya yöneltir. Sizin dikkat göstermenizi bile gerektirmez ve sonuçta da bir yetişkinin toplumsal bütünleşme ya da bağlılık bilincini geliştirmez.

TV, sadece çok sayıda insanın kolayca ulaşmasından değil, TV'deki her şeyin, bir tartışma ya da fikirler dizisi değil, bir hikaye biçiminde verilmesinden dolayı kitlelerin ilk gerçek tiyatrosudur. Politika, bir hikaye olmaktadır. Haberler, ticaret, din de öyle... Bilim bile hikaye biçiminde verilmektedir. Matbaanın basımında öncü olan ve yetişkin zihnine özel bir karakter veren Açıklama Çağı hemen hemen bitmiş, yerini "Ticari Show Çağı" almıştır. TV'nin işi show yapmak, soyutlamadan vazgeçmek ve her şeyi somutlaştırmaktır. İşte, yetişkinliğin zayıflatılma nedeni bu bağlamda düşünülmelidir. Resimler ve öyküler, çocukların dünyayı anladıkları doğal biçimlerdir. Açıklama ise büyükler içindir.

Fonetik okur-yazarlık, M.Ö. 5.yüzyılda Atinalılar'da zihnin eğilimlerini değiştiriken, M.S. 5.yüzyılda toplumsal okur-yazarlığın yitmesi, Ortaçağ zihniyetinin oluşumuna yardım ederken, 16.yüzyılda tipografi ya da matbaacılık düşüncenin karmaşıklığını artırırken-gerçekte zihin içeriğini değiştirdi-TV de çocuk ile yetişkin arasında ayrım yapmamızı gereksizliştirmektedir, çünkü mentaliteleri türdeş hale getirmek, TV'nin doğasında vardır. Goldenson, 1981'de Emerson Koleji'nin diplama töreninde konuşurken mezunlara şunları söylemiştir: "Artık geleneksel becerilerin ustalığına güvenemeyiz. İletişimciler, oyuncular, buluşçular ve yurttaşlar olarak bizim (elektrik devriminin) yeni bir okur-yazarlık türüne gereksinimimiz vardır. Bu, görsel bir okur-yazarlık, elektronik bir okur-yazarlık olacaktır."

Bu yazımda yalnız, "Yetişkin Çocuk"u değil, "Yokolmakta Olan Çocuk"u da anlatmayı planlamıştım; fakat, konunun uzayacağı, bu nedenle okuyucuyu zorlayabileceği düşüncesiyle yalnızca "Yetişkin Çocuk"u anlatabildim. Tabi ki, çok kısaltılmış bir özet halinde... Bir sonraki yazımın konusu, "Yokolmakta  Olan Çocukluk", daha ilerde ise, Türkiye'deki çocukluğu anlatmayı düşünüyorum. Bu konuya ilgi duyanlara, daha geniş bir görüş edinebilmeleri için, "Çocukluğun Yokoluşu"nu okumalarını öneririm.  


   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder