13 Şubat 2013 Çarşamba

ÖNERİLER/ BIRAK ŞU CİDDİYETİ!..

Uyarıyorlar beni kimi dostlarım; "Artık öğretmen değilsin; bırak şu ciddiyeti ! Çok sıkıcısın çok! Eğlenceli olsana biraz!" diyerek... Dostlarıma hak veriyorum. Hem çok ciddi hem de çok 'sıkıcı'yım. Öğretmenliğimin rolü vardır mutlaka 'sıkıcı' olmamda; ama, asıl nedeni çağa ayak uyduramayışımdandır. Doğayı acımasızca katledenlere, 'en iyi çevreci ödülü'; haklarını arayanları biber gazına boğanlara, 'örnek insan hakları savunucusu ödülü'; savaş çığırtkanlarına, 'barış ödülü'; cümle kurmayı bilmeyenlere 'en iyi edebiyatçı' ödüllerinin verildiği; kimi ödüllerin, ahbap çavuş ilişkilerine dayanarak ya da parayla  satın alındığı komik ötesi bir çağda yaşıyoruz. Bu komiklik çağında herkesten eğlendirici olması bekleniyor. Toplumun 'eğlenceli olma' beklentisini blog yazılarımın içeriklerine göre, okunurluğunun azalıp çoğalmasından da anlayabiliyorum. Hayatın içinden, eğlendiren, güldüren olay ağırlıklı yazılarımın daha çok; düşünsel, eleştiriel yazılarımın ise daha az ilgi gördüğünü blog istatistiklerinden görebiliyorum. Ciddiyetten hoşlanmaz hale gelen toplumun bu eğlenceli olma beklentisini ticari bir bakış açısıyla değerlendiren çocuk yazını yayıncıları da, bu nedenle olsa gerek; boş, kof, içeriksiz, kurgusuz kitapların, yani, lay lay lom'ların basımına yönelmiş durumdalar.Eğlenceli olmam konusunda beni uyaran sevgili dostlarıma diyorum ki: Bu kadar çok komedinin yaşandığı bir ortamda, ciddi insanlara da yer açılsın! Ciddiyetimi ve sıkıcılığımı sürdürmeye devam edeceğim. Böyle diyorum ama, şu gerçeği de biliyorum; gide git, bu toplumda, eğlenceli olmayan insanların soyu tükenecek.


Eğlenmekten hoşlanan toplum oluşumunda, en büyük rolü ise görsel medya oynuyor. Şık giyimli, güzel ve güler yüzlü, etkileyici ve inandırıcı ses tonlu spikerler, acıya büründürdüğü yüzleri ve ses tonlarıyla  en acıklı haberi sunup tam da bizleri gözyaşlarına boğacakları bir anda, "Ve şimdi de..." diyerek coşturucu, hoplatıcı bir müzik eşliğinde eğlenceli bir habere geçiveriyorlar. Ağlamak üzere büzülmüş dudaklarımız, durup dururken kepçe gibi açılıyor, kahkahalara boğuluyoruz. Yıldırım hızıyla yayılan, toplumu güdümüne alan elektronik medya; dünyanın hiçbir düzeni ve anlamı olmadığına, ciddiye alınmaması gerektiğine inandırıyor bizi. Biz de öyle yapıyor; hiçbir şeyi ciddiye almıyor, hiçbir şeye kafa takmıyor, bir sonra gösterilecek, sözü edilecek olayları izlemeye devam ediyor, eğlenmemize bakıyoruz sonunda.

TV'yi aynaya benzeten Terence Moran; "Bir ayna yalnızca bugünkü giydiklerimizi yansıtır, dün giydiklerimiz konusunda sessizdir." diyor. Yalnız günü yansıtan, birbiriyle bağlantısı olmayan, kesik kesik konular ve haberlerin sunulduğu TV programlarının yarattığı kafa karışıklığı, düşünce sistemimizi köreltmektedir. Bizler bu tutarsızlığa uyum sağlıyor, duyarsızca eğlenmemize devam ediyoruz. "TV haberleri bizi eğlendirir ama bilgilendirmez." diyor Neil Postman, "Televizyon Öldüren Eğlence" adlı eserinde. Ernst Cassierer ise; "İnsan dilsel biçimler, sanatsal imgeler, mitsel semboller ya da dinsel ayinlerle kendi etrafına öyle bir zar örmüştür ki, yapay bir aracın (TV teknolojik cihazlar) dolayımı olmadan hiçbir şey göremez ya da bilemez."  Bir haberin doğruluğunu kanıtlamak için; benimsediği spikerin adını veren- ama şekerim ben bu haberi filan spikerden duyduuuum- çok kişiyle karşılaşıyorum. Huxley, Batı demokrasisinin tek sıra halinde ve kelepçeli olarak yürüyüş kolunda denetimi içlerine sindirmektense, dans ederek ve hayal kurarak unutmayı tercih etmelerinin çok daha olası olduğuna olan inancını belirtiyor.

 İnsanlık durumunu daha iyi anlatabilmek için, dünyanın gidişatı hakkında görüş öne süren iki düşünce adamının öngörülerini özet şeklinde alıntılayacağım.

Orwell; dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönünde görüş belirtirken, Huxley, insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünce yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır, der. Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu, Huxley'in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü kitap okuyacak kimsenin kalmayacağı şeklindeydi. Orwell bizi habersiz bırakacak olanlardan, Huxley pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu, Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatın umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Orwell tutsak bir kültür haline gelmemizden, Huxley duygu sömürüsüne dayanan içki alemleri ve tek başına iple asılı tenis topuyla oyalanmak gibi şeylerle oyalanan ömür tüketen önemsiz bir kültüre dönüşmemizden korkuyordu. Kısacası Orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden, Huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu. Tabi ki, Huxley'in öngörüleri doğru çıktı.

Yazımı, Neil Postman'ın "Televizyon Öldüren Eğlence"  adlı yapıtından yaptığım bir alıntıyla tamamlamak istiyorum. Huxley'in bize öğrettiği, ileri teknoloji çağında ruhsal tahribatların siması, kuşkuculuğu ve nefreti yansıtan birinden ziyade güler yüzlü bir düşmandan kaynaklandığı düşüncesidir. Huxleyci kehanette Büyük Birader bizi kendi isteğiyle gözlemez. Biz onu kendimiz izleriz. Huxleyci kehanette gardiyanlara, kapılara ya da Hakikat Bakanlıklarına gerek yoktur. Bir halk saçma sapan şeylerle ilgilendiği, kültürel yaşam aralıksız eğlence turları şeklinde yeniden tanımlandığı, ciddi kamusal konuşmalar bebeklerin çıkardığı seslere benzediği ve kısacası halkın kendisi bir izleyici kitlesi, halkın kamusal işleri de bir vodvil temsiline döndüğü zaman, artık ulus riskle yüz yüze gelmiş ve kültürün ölümü açık bir olasılık halini almış demektir."

Ciddiyetten vazgeçmeli miyiz?




2 yorum:

  1. ciddi işler, takım elbise ya da tayyör giyenlerce yapılır anlayışı var bu yazıda. Çok gülersen, yakında ağlarsın derdi büyüklerimiz. Bizim toplumumuzun güler yüze, mutluluğa bakış açısı bu ne yazık ki. Bana göre, zorbalar en çok gülününce yok oluyorlar. çünkü onlar kendilerini çoook büyük ve önemli sanıyor. Ciddiye alınmak istiyorlar. Benim seçtiğimiz mücadele, onların ne kadar küçük, zavallı ve akılsız olduklarıyla eğlenmek. Halk güldüğünü değil, azarlayanı ve öfkeli seçiyor :))) bakınız şekil 5: Türkiye... Tayyip'in daha çok karikatürü yapılmalı, fıkraları çıkmalı... %20 ye düşmezse adiyim :)

    YanıtlaSil

  2. Keşke halk, sözünü ettiklerine gülse! İnsanlar ağlanacak hallerine
    gülüyorlar çoğu kez (güleriz ağlanacak halimize). Sözünü
    ettiklerinden korkuluyor yalnızca. Korkmamızı sağlayan ise yağcı
    yalaka yandaş, çıkara dayalı yayınlarıyla televizyoncular yine. O
    ceberrutları şirin gösteren, her an reklamlarını yapan tv'ciler değil
    mi. %50 oyu almak tv'siz olur mu hiç!

    YanıtlaSil