"Düşlerimde de olsa, çocukluk yıllarıma geri döndüğümde, kendimi fantastik bir dünyanın içindeymişim gibi hissediyorum. Yaşamımda; radyonun dışında hiçbir teknolojik ürünün olmadığı o yıllarda seksekler, beştaşlar, evcilik oyunları, çizgi, yüzük, ip atlama, saklambaç, köşe kapmaca gibi oyunlarla geçen günlerin tadına doyum olmazdı. Kız çocuk olduğumdan, yüklenilen sorumlukların fazlalığı yüzünden-az buz değildi- doyasıya oynayamadığım anlar ise, en mutsuz anlarım olurdu. Böyle zamanlarda düşlerime sığınır; kendime, özgür olabileceğim başka dünyalar yaratır; böylece, omuzlarımdaki yükün ağırlığını hissetmez olurdum. Belki de, çocukluğumu anımsadığımda, kendimi fantastik bir dünyanın içindeymiş gibi hissetmemin nedeni, sığındığım düşlerdeki ben'le, gerçek çocukluğumdaki ben'i birbirine karıştırmam yüzündendir." (Çocukluk Aşklarım başlıklı blog yazımdan)
Çocukluk yıllarında, düşle gerçeğin birbirine karıştırılabildiğini, kendi çocuklarımda da gördüm. 7 yaşındaki kızım bakkal, ben müşteriydim. Ben alacaklarımın adlarını söylerken, kızım bunları veresiye defterine kaydediyordu. İşini öyle ciddiye almış, kendini öyle kaptırmıştı ki bakkallığa, onun bu ciddiyeti karşısında dayanamadım deli gibi boynuna sarılıverdim. Öfke dolu bir sesle bağırdı bana: "N'apıyorsunuz bayan!" İşin tuhafı, rolümü ben de ciddiye almış olmalıydım ki; aynen şöyle karşılık verdim: "O kadar tatlısınız ki hanımefendi, taciz etmeden duramadım sizi!" Oğlumla ilgili de böyle pek çok anım vardır.
Bütün bunlardan söz etmekteki amacım; sizlere, Çocuk Vakfı Yayınlarından çıkan, içinde benim de bir öykümün yer aldığı, çocuk öyküleri seçkisinden Sadık Yemni'nin "Düş Kurucu" adlı öyküsü üzerine düşündüklerimi anlatabilmek için zemin hazırlamaktı. Sadık Yemni, "çocuk hakları" üzerine hazırlanan bu seçkideki, "Düş Kurucu" da, gerçek dünya ile düş dünyası arasında gidip gelen çocuk gerçekliğini öyle güzel anlatmış ki, etkilenmemek elimde değildi.
En iyisi, Sadık Yemni'ye bırakmak sözü:
"......"
"Mesut dün ağabeyine ait çok pahalı bir telefonu dördüncü kattan yere düşürmüştü. Aşağıda şaklabanlıklar yapan bir arkadaşının filmini çekerken. Ağabeyi'nin dokunmasına bile izin vermediği apart, parçalara ayrılıvermişti. Mesut o zamandan bu yana üç kez dayak yemişti. Babası da, üç ay boyunca harçlık vermeyeceğini söylemişti. Ağabeyisinin öfkesi kolay dineceğe benzemiyordu. Dayak kürlerine devam edecekleri belliydi....."
Alıntıdan anlaşıldığı gibi, öykü şiddet gören çocuklar üzerine kurgulanmış. Mesut, öykünün başkişisi.
Mesut sokağın ancak caddeye açıldığı yere varınca durumu fark etti. Gündüz olduğu halde dışarısı yeterince kalabalık değildi. (.....)Köşede durup etrafına bakındı. Börekçi, tekel bayii, banka ve Nazlı adlı kafeterya kapalıydı. Evden çıkarken saate bakmamıştı, ama gölgesinin kısalığından öğle
saatlerinin olduğu belliydi (.....)
Sadık Yemni, sıkıntılar, korkular yaşayan bir çocuğun, kaçış yolu olarak düş dünyasına sığınışını, gerçek dünyadan düş dünyasına geçiş anını; sezdirmeden, büyükleri bile inandıracak şekilde kurgulamış.
Tam karşıya geçeceği sırada içinden gelen bir hisle durakladı. Soluna baktı. On, on iki yaşlarında dört çocuk, kaldırımın üstünde durmuş ona bakıyordu. Biri sarışın bir kızdı. Dördünün de üzerinde beyaz tişört, mor pantolon ve beyaz spor ayakkabılar vardı. Hiçbirini tanımıyordu, ama kalbinde sıcak bir duygu uyanmıştı. Onlara doğru yürüdü.
"Hey merhaba. Ne yapıyorsunuz burada?"(.........)
Mesut kendini tanıttı ve diğer çocukların elini sıktı. Walter, Yuri, Kayli.. Tek Türkçe adı olan kendisiydi. (......) Suray arkadaşlarına bir göz atarak, "Sen gelince takımımız tamamlandı" dedi.
Burada yine, ortak sorunlar yaşayan çocuklarla örgütlenen Mesut'un, düşgücünün nasıl da gerçeklerden beslendiğini, bu nedenle anlatımın fantastik öykülerin çoğunda rastlanan yapaylıktan uzak olduğunu görüyoruz.
(....) "Ne takımı?"
"Biz de telefonzedeleriz, tıpkı senin gibi." (........)
"Nereden bildiğimizi merak ediyorsun değil mi?" (....)
Bizler de bu günlerde bir şekilde yakınlarımıza ait bir telefona zarar verdik. Kullanılamaz hale geldi. Çeşitli cezalar gördük. Yuri beyaz tişörtünü sıyırınca, karnında iki adet büyükçe mor iz göründü. "Babam yaptı. Sopayla. Sırtımda da rahat on tane vardır bu izlerden."
"Hepiniz mi?"
Çocuklar başlarıyla onaylayınca Mesut'un içine hoş bir duygu yayıldı. Benzer sorunu başkalarıyla paylaşmak, suçluluk duygusunu hafifletici etki yapıyordu.
Sadık Yemni, çocuk öyküsünde olmazsa olmazlardan yalın anlatıma, akıcılığa önem vermiş. Çocuk ruhunun derinliklerine inmeyi başarmış. Konuyu fazla dağıtmadan sözü yine yazara bırakayım:
"Biz düşlerimizde birbirimize bağlandık sanırım," dedi Suray. "Herkes kendi dilini konuşuyor, ama sorun olmuyor. Düş kurucu olduğun için senin mekanında toplandık."
Mesut yanlarından geçen camları açık kırmızı arabaya ve içinde oturmuş neşeli neşeli konuşan iki delikanlıya baktı. Ardından bakışlarını kafeteryaya çevirdi.
"Bunlarda mı?"
"Onlar telefon bozucu değiller sanırım," dedi Suray. "Bu düş aleminde gezinenler. Kimbilir onların da ne hikayeleri vardır."(....)
"Şimdi ne olacak peki?"
Çocuklar birbirlerine baktılar. "Her şey açık. Önümüzdeki saatlerde dayak yemeye, hakaret görmeye devam edicez. O halde burada buluşmamızın tek bir sebebi olabilir. Buna karşı çıkmak."
Abisinin kaslı ve uzun kollarını, öfkeli bakışlarını düşünen Mesut, "Nasıl yapıcaz bunu," diye sordu.
(.........)
Evet, ben bu kadarını anlatmakla yetiniyorum. Yalnız, şunu söyleyebilirim, Mesut artık dayak yemeyecek; düş dünyasında mı, yoksa gerçek yaşamında mı orası biraz karışık.
Tümünü okuduğum, "çocuk öyküleri seçkisi"nde, etkileyici bulduğum tek öykü bu oldu. Ahbap çavuş ilişkilerine dayalı kitap tanıtımlarında övgü dolu sözlerden geçilmiyor günümüzde. Bu nedenle şunu belirmeden geçemeyeceğim: Sadık Yemni ile hiç karşılaşmadım. Kendisini tanımam. Öğrendiğime göre yurt dışında yaşıyormuş. Ne yazık ki, bu öyküden başka hiçbir öyküsünü, kitabını da okumadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder