10 Ocak 2013 Perşembe

BİR İMZA GÜNÜ, SANSÜR VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bu yazıyı yazmadan bir gün önce, imza ve söyleşi etkinliğim için Tarsus'ta bir devlet okulundaydım. Binanın hantal, soğuk yapısından, kocaman demir kapılarından, yoksul görünümlü çocukların çokluğundan; bu görüntülerin yarattığı ruh karamsarlığımdan söz etmeyeceğim; konum bu değil. Esas üzücü nokta, devlet okullarında yazarlara karşı olan ilgi  azdır. Çoğu okul, bir pazarlamacı gözüyle bakar size (pek çok haklı nedenlerinin olduğunu biliyorum; ama, bu durum konumuz dışı).

Neyse, konuma döneyim... Tarsus'ta birkaç yıl önceki imza günümde kötü bir sürprizle karşılaşmış, iki kitabımın stanta yer almadığını görmüştüm. Kitap temin görevini üstlenen Antik Sahaf Kitabevi sahibi İsmail Bey'e nedenini sordum: O iki kitabım, gerekçesiz bir şekilde sakıncalı bulunmuş. Bu deneyimi yaşadığım için yeniden gerçekleştireceğim etkinlik tarihinden bir gün öncesi, İsmail Bey'i arayıp bir sorun olup olmadığını sordum. Sorun yokmuş. Fakat, sürprizler peşimi bırakmıyordu; Tarsus'a vardığımda öğrendim ki, Bilgi'den çıkan 2001 yılından bu yana okullara giren "Söyleyemediğim Sözcükler" adlı gençlik romanım, kapak resmi nedeniyle, ayıplı bulunduğundan okullara giremiyormuş. Son günlerde yaşanan sansür skandallarından biri, gayrı resmi bir şekilde sıcağı sıcağına yeniden karşıma çıkmış oldu böylece!

Devlet okullarında imza günü düzenlemek, söyleşiler yapmak zordur; pek çok formaliteyi gerektirir. Ticari olarak da pek bir karşılığı yoktur. Fakat, sevgili İsmail Bey, bir kitap kurdudur, okuma aşığıdır; ister ki herkes okusun, herkes kitabı sevsin! Tarsus'un kültür işleri sorumlusu gibi görür kendini. İşte bu bu özellikleri nedeniyle devlet okullarında imza, söyleşi günleri düzenler (her etkinlik sonu, gördüğü ilgisizlikler yüzünden, böyle bir işe bir daha kalkışmayacağım, diye yemin billah etse  de, geçicidir bu öfkesi.) Onun her çağırışında, koşa koşa gider, düzenlediği etkinliklere büyük bir zevkle katılırım. İnce ruhlu ve düşüncelidir, kapımın önünden alır, kapımın önüne bırakır beni. Bir etkinliğim sonunda evine ton balıklı salata yemeye davet etti, gidemedim. Umarım bir kez daha davet eder.

Kitabevinde, mürekkep kokuları arasında bir yandan sıcak çayımızı yudumlar, bir yandan da, okuduğumuz kitaplar üzerine tadına doyulmaz sohbetlere girişiriz. Seveni çoktur İsmail Bey'in, dükkana gelenler tarafından sık sık kesilse de, tadı kaçmaz sohbetin. Bu son etkinliği düzenlerken yaşadığı sıkıntılardan da söz etti. Kitaplarımı önceden okul müdürlerine götürüp bilgi edinmeleri için bırakırmış kendisi. Okul müdürünün biri, istememiş. Masasını hemen yanında duran, Timaş yayınlarına ait bir koliyi göstererek, ben bu yazarı çağıracağım, demiş. İsmail Bey, kitaplarımın içeriğini iyi bildiğinden, yine de bana ait kitaplara bir bakmasını istemiş. Aradan bir süre geçtikten sonra, düşüncesini değiştirip değiştirmediğini öğrenmek için yeniden uğramış okula. Müdür, mutlu bir yüz ifadesiyle; "Bu kitaplar çok güzelmiş yaa!" demiş. İsamail Bey'in bu olayı anlatırken yaşadığı mutluluğu gözlerinden okudum. Yani, imza günü için çağrılıydım, Timaş Yayınlarının gücüne krşın.

Biliyorum konuyu dağıttım biraz. Neyse, sesim kısıktı, yine de dört ayrı öğrenci grubuyla söyleşi yaptım. 5-10 öğrenci dışında kitap alan pek öğrenci olmadığından, ilgili öğretmenler sınıf kitaplıkları için birer dizi kitap aldılar. Sınıfta, öğrencilerine okutacaklarını söylediler. Ses kısıklığım nedeniyle kısa süren söyleşimin bitmesine üzüldüklerini belirttiler. Bunu söylerken çok samimi ve içtendiler.Bütün bunlar işin güzel yanıydı. Beni üzen durumlar da yaşadım.

26 yıllık öğretmenlik geçmişim olduğu için, öğretmenleri çok iyi tanırım. Pek çoğu okumayı sevmez, kitaplara karşı ilgisizdirler.  Kalabalık okullarda öğretmenlik yaptım. Bunca yıllık meslek yaşamım boyunca, karşılaştığım kitap okuyan öğretmen sayısı iki elin parmağı kadardır. İmza günümde, dördüncü grupla söyleşi öncesi  karşıma çıkan öğrencilerin öğretmenleri de okumayı sevmeyenler, öğrencilerine karşı ilgisiz olanlar türündendi. Dördüncü grup öğrencileri toplantı salonunu doldururken de daha sonrasında da  öğrencilerin, hiçbirinin öğretmeni görünürde yoktu. Çocuklar ellerini uzatmış, kollarını açmış, kimileri önüme kağıt parçaları uzatarak başıma üşüşmüşler imza istiyorlardı. Ezilme tehlikem bile vardı.Sesim kısık olmasaydı, öğretmenlik yeteneğimi kullanarak onları susturabilirdim. Çaresiz gözlerle, bir ilgili bir öğretmen aradı gözlerim... Görünürlerde tek yetişkin yoktu. Nice sonra, gürültüyü duyan, nöbetçi öğretmen olduğunu öğrendiğim bir kadın öğretmen girip susturdu onları. Özür diledi benden. Söyleşiye başlayabileceğimi söyledi.

Çocukların öğretmenleri gelmeden hiçbir şey yapmayacağımı, öğretmenlerini çağırmasını istedim nöbetçi öğretmenden. Söyleşiden sonra, sınıflarında, yazar ve kitaplarla ilgili pekiştirici bir çalışma yapmalarının yararlı ve etkili olacağını, bu nedenle beni öğrencileriyle birlikte  dinlemeleri gerektiğini hatırlattım. Ters ters baktı bana. Israrlı olduğumu görünce telefonuna sarıldı. Hala beklediğimi görünce, "Tamam, gelecekler, telofon ettim işte, siz başlayın." dedi. Ses tonu, nazik bir insana yakışmayan türdendi. Çocukları düşünerek, fazla uzatmak istemedim. Söyleşimi, öğretmensiz öğrencierle gerçekleştirdim.  Eminim ki, öğretmenleri dedikodu yapmakla meşguldüler.

Bütün bunları anlattıktan sonra gelmek istediğim nokta, dinci ve baskıcı iktidarın, çocuk kitaplarını hedef aldığı şu günlerde, yazarlar, karşı mücadelelerinde yalnız kalmaya mahküm gibi görünüyorlar. Öğretmenlerden, velilerden, toplumdan hatta kitabevlerinden  destek alabileceğimizi pek sanmıyorum. Bu durumda ise bizler yalnız kaldığımız için sesimiz cılız çıkıyor. Yazımı, İsmail Bey'in bana söylediği ve çocuk edebiyatı yazarlarına duyurmamı istediği bir durumdan söz ederek bitireceğim. Söyledikleri şu:"Pakize Hanım, çocuklar içinde şiddet, vampir, korku, vahşet olmayan kitapları istemiyorlar. Çocuklara kitap satamıyorum!"

Son olarak, biz çocuk edebiyatı yazarlarının düşünmesi gereken bir soru sormak istiyorum: "Bizler neden yalnızız?"          

2 yorum:

  1. çok üzücü... ama çocukların istekleri değil... öğretmenlerin durumu vahim. Günümüzü anlatan meteforlardan en iyisi vampirlerdir bence... çocuklar hangi çağda yaşadıklarını iyi biliyorlar... korkuyu ve onu altetmeyi öğrenmek istiyorlar... ben bu isteklerini asla küçümsemiyorum, hatta, önemsiyorum.

    YanıtlaSil
  2. Olaya bu açıdan hiç bakmamıştım. Haklısın. Fakat bu düzenle başa çıkma, sürüden biri olmama, haklarının bilincine varma, mücadeleci ruh kazanma,sorgulama yönünden gelişmeleri de çok önemli. Bu özellikleri geliştirmek için, insanı, toplumu, sistemin pisliklerini, isyan etmeyi, günümüzdeki toplum ve bireyin yapısını kavrayabilecekleri kitaplar da okumalılar. Ne yazık ki, böyle kitaplar sunulmuyor artık çocuklara. 12 Eylül'le birlikte yasaklanan bu tür kitaplar, yerini önce didaktiklere, sonra da lay lay lom'lara bıraktı.Korku kitapları türüne meyillerinin nedenleri konusunda tamamen sana katılıyorum.

    YanıtlaSil