16 Aralık 2012 Pazar

MAZİYE BİR BAK/ GENÇLİK AŞKLARIM

Yeni bir aşk arıyorum, haberin olsun
Beni bu hale koyan Allah'tan bulsun! (şarkı sözü)

Şarkıda, yeni bir aşk aramaktan söz ediliyor. Ben yeni bir aşk değil; ama, gençlik yıllarımın aşklarını aradım. Didik didik ettim belleğimi. Bilinçaltımı deşelemeye kalkıştım; bir iz, bir işaret var mı, bulabilir miyim diye. Karşıma yalnızca çocukluk aşklarım çıktı. Çocukluktan yetişkinliğe geçen süredeki yaşamımda, bir atlanmışlık, bir boşluk var bu konuda. Nasıl olur böyle bir şey! Kafam karıştı "hayatımdan aşkla sevdayla ilgili bir bölüm silinip atılmış; arama motoru arızalı olmasın sakın!" dedim kendi kendime. Gerçek yaşamla, sanal yaşamı karıştırdığım olur, bazen böyle!

Tutucu zihniyetin hakim olduğu bizim gibi toplumlarda, çocukluktan ergenliğe geçerken özellikle kızlara karşı baskılar, onu sindirmeler başlıyor. Evlere kapatılıyoruz, haremlik selamlık ilişkilere içine hapsoluyoruz, perdeler arkasına gizlenmeye zorlanıyoruz. Kısacası dünya ile ilişkimiz koparılmaya çalışıyor. Fakat, egemen zihniyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, gönlü ferman dinlemeyenlere sözünü geçiremiyor. Sözünü geçiremedikleri var; ama, benim gibi boyun eğiciler (o dönemim için) çoğunlukta ne yazık ki! Kendimi boyun eğicilikle suçlamadan önce gençlik yıllarıma, o günkü koşullara göz atmalıyım önce.

Ergenlik dönemimde, kadınlara dayatılanlar konusunda pek çok şaşkınlık yaşadım ama, beni en çok etkileyeni, bir köy camisinde, haremlik selamlık uygulaması nedeniyle tanık olduğum bir olaydı. Teyzemlerin köyünde bir Mevlit'e gitmiştim. Bütün kadınlar; caminin, asma kat benzeri, balkonumsu, korkulukları kilimlerle kapatılmış olan ikinci katına çıkıp diz üstü oturduk. Mevlit başladıktan sonra, kimi kadınlar gizli gizli, kilimlere açılmış küçük deliklerden alt katı gözetlemeye başladılar. Bunlardan biri de benden 3 yaş büyük olan teyzemin kızıydı. Merak ettim. Kulağına fısıldadım; "ben de bakabilir miyim o delikten," dedim."Bak ama çabuk!" dedi bana. Gözümü kilimdeki deliğe dayadım, baktım: Aşağıda diz üstü oturmuş, takkeli, çamurlu pantolonlu, buruşuk ceketli, tarşsız, sakalları birbirine karışmış adamlar oturuyordu. O yaşlarımda, kadınların bu pasaklı erkekleri niçin böyle hem ilgiyle, hem de böyle gizli gizli izlediklerini anlayamadım. Aşk desem, aşk değil; ilginçlik desem, ilginçlik yok! Romantizm desem... gülerim buna!

O dönemi gözler önüne sermem için, sanırım bu örnek yeterlidir. Gençlik aşklarım konusuna gelirsek, tabi ki gençliğimde aşık oldum. Gençsin, kanın deli deli akıyor, enerji yüklüsün, hormon salgıların artmış. Masal kahramanı Rapunzel, dünya ile ilişkisi koparılmak için hapsedildiği kulede bile aşık olduktan sonra, kısıtlı da olsa gerçek dünyada yaşayan ben niye aşık olmayayım! Ama, benim tutsaklık yaşamımda, bırakın Rapunzel  gibi bir prensle karşılaşmayı, sıradan, yaşıtım bir erkekle karşılaşma ve konuşma şansım olmadığı, ya da olanlar benim hoşuma gitmediği için, tuttum bir 'ses'e aşık oldum. Beni etkileyen, kendine aşık eden ses, Kerim Afşar'ın sesiydi. Onun seslendirdiği 'Radyo Tiyatrosu', 'Arkası Yarın' programlarını hiç kaçırmaz heyecan içinde dinlerdim. Kendisinin fotoğrafını bile görmediğimden, düşlerimde yakışıklı bir erkek olarak canlandırır, kafama göre istediğim fiziksel özellikleri ekler ya da çıkarırdım. Ancak yıllar sonra 'Arkadaş' filminde görebildim gerçek görüntüsünü (rahmet ve saygıyla anıyorum; bana heyecanlar, coşkular yaşatan platonik aşkım olan kendisini).

Daha sonrasını biliyorsunuz, önceki yazılarımda anlatmıştım. Yatılı okula başlamamla birlikte, platonik olanı da dahil, aşklara veda etme zamanı geldi benim için. Köy öğretmenliği yıllarım da dahil buna... Evlilik düzeni üzerine kurulu toplum yapısında, belirli bir yaşa geldiğinizde çevre baskısına ve evde kalmış kız aşağılanmalarına hedef olmamak için, yeterince tanımadığınız, tanışıp konuşmanıza, oturup sohbet etmenize izin verilmeyen ömür boyu bir yastıkta kocamak üzere yola çıktığınız biriyle mantık evliliği yapmak zorunda kalıyorsunuz. Aşk konusunda, çocukluk aşklarıyla sınırlı kalan bir ömür sürmeye mahkum ediliyorsunuz sonunda.

 Geçmişi bırakıp günümüze baktığımızda gençlerin aşklarını yaşama konusunda attıkları adımların önüne set çekilmeye çalışılıyor egemen güçler tarafından. 'Ahlak' adı altında, dini baskılar artıyor. Din ticaretiyle, toplumun beynini uyuşturan zihniyet, seçim sandıklarında -biraz kuşkulu da olsa- zaferler kazanıyor. Çıkarlarını korumak için dini kendilerine kalkan yapan bu tutucu zihniyet; yaşayamadıkları aşkları, bastırılmış ve bu yüzden hastalanmış cinsellikleri; hastalıklı cinsellikleri yüzünden kadına duydukları nefretleri nedeniyle olsa gerek, aşka karşı cephe alıyorlar. Yine de, dillerinden düşüremedikleri, akıllarına yer etmiş şey, cinsellik  oluyor nedense. Bir erkek milletvekili, bir kadın milletvekiline; "Bu şık ve zarif hanımefendi gözlerini benden ayıramıyor; Sana hiç yakıştıramadım, kendi organının adını ağzına almanı, gibi sözler edebiliyor. Bir fuar alanında ise, plastik kadın mankenlerin kafaları kolları koparılıyor cinsel arzular uyandırabileceği düşüncesiyle. Her çalı dibi bir genelev gibi, Öz kızımı kucağıma alamıyorum; kötü duygularım uyanır diye, diyenleri de var tabii. Birbirlerine, yetersiz olduklarını düşündükleri durumla ilgili önerilerde bulunabiliyorlar: Mesir macunu ye! Yine başımızdaki zihniyetin, yaşam biçimlerine pek imrendiği Arap ülkelerinden birinde, toplumda saygın bir yeri olan din adamı; "Karınız öldükten sonra, 5 saat içinde, onunla cinsel ilişkide bulunabilirsiniz," fetvası veriyor.

Bütün bu dini baskılar, dayatmalar sonucu toplumun sağlığı bozuluyor. Pedofili, nekrofili hastalıkları, ensest, hayvanlarla ilişkide bulunma, taciz, tecavüz, namus adı altında işlenen kadın cinayetleri, cinsel sapıklık türü sapkınlıklar yaygınlaşıyor. Bu hastalıklı zihniyetten, nasıl yapılır bilmiyorum ama, kendimizi korumalıyız.
Aşk güzeldir. Kimse aşksız kalmasın!

Not: "Çocukluk Aşklarım" konulu yazımı, yanlışlıkla sildim ne yazık ki!  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder