Eskiye değil ama, 12 Eylül öncesi Cem Yayınevi'nce yayımlanan Arkadaş Çocuk Kitapları'na özlem duyuyorum. Behrengiler, Permyaklar, Nazım Hikmetler, Angel Karaliyçevler, Dağlacalar, Dostoyevskiler... Ne güzel kitaplardı ve ne güzel yazılmışlardı öyle! Çocuğa göre olan şiir gibi dilleri, etkileyici içerikleri, düşündürücü konuları, özgürleştirici ve insanlaştırıcı bakışaçıları.... Hem ben, hem çocuklarım hem de öğrencilerim bu kitapları okumaktan zevk alırdık. Kan dökücü 12 Eylül darbecileri işbaşına gelir gelmez ilk işleri, hiçbir gerekçe öne sürmeden bu kitapların 18 yaş altı kişilerin okumasına yasak getirmek oldu. Okullara geceyarısı baskınları düzenleyip, kilitli sınıf kitaplıklarının kapılarını kırarak, yasaklanan kitaplar arandı. Her nasılsa benim sınıfıma girmemişlerdi; ama, iki arkadaşımız sırf bu yüzden soruşturma geçirmişti. Kitabevleri sahiplerinin de kimi korkudan, kimisi de kraldan çok kralcı geçindiğinden bu tür çocuk kitaplarını satmaz oldular.
Bütün bunlar bir yana, Talim Terbiye'den onay almamış tek bir kitabın bile o günden sonra okullara girmesi yasaklandı. Varsa, kütüphane öğretmenleri; yoksa, müdür tarafından görevlendirilen öğretmenler kütüphanelerdeki kitapları didik didik ederek, Talim Terbiye'den izinsiz olan kitapları ayıkladılar. Tahmin edileceği gibi, kütüphaneler boşaltıldı. Peki, benim gibi, öğrencilerine kitap sevdirmeyi, okuma alışkanlığı kazandırmayı görev bilen öğretmenler bundan sonra ne yaptılar. Başkalarını bilmem ama ben bir çözüm yolu bulmuştum. Müdürümüz sorgulayan, düşünce üreten öğretmenleri pek sevmezdi. Ayrıca, "solcu"ları hiç sevmezdi. Darbecilerin mantığı bana karşı güçlendirmişti onu. Kısacası, sevilmeyen bir öğretmen olarak, müdürün takibindeydim. Günlük planlarımı imzalamadan önce didik didik okur, öğrencilerime okumak üzere planıma aldığım kitabı göstermemi isterdi. Ben çantamda, biri 'sakıncalı', diğeri 'sakıncasız' iki kitap bulundurur, 'sakıncasız' olanını gösterirdim müdüre. Sınıfta, 'sakıncalı' kitabı yoklama defterinin arsına gizler, öyle okurdum çocuklara; onların, düşürüldüğüm durumu anlamamaları için de çok özen gösterirdim.
Çocukların bir şeyleri anlamayacağını sanıyoruz nedense. Yazdığımız çocuk kitapları da aynı düşünce ışığında yazılıyor. Oysa ki, çocuklar her şeyi anlıyorlar; hem de nasıl!.. Emekli olduktan birkaç yıl sonra, bir kız öğrencim ziyaretime geldi. Okul yıllarından konuşuyorduk; birden; "Öğretmenim" dedi, " siz bize yoklama defterinin arasına saklayarak gizli gizli kitap okurdunuz!" Donup kaldığım için, bir açıklama da getiremedim öğrencime. Hem nasıl açıklayabilirdim ki!..
Neyse, asıl gelmek istediğim konuya geleyim. Bütün bu anlattıklarımdan yola çıkarak diyorum ki, o yasaklı yıllardan sonra, çocuk kitaplarının kalitesinde yavaş yavaş bir düşüş başladı.( Görüntüsel kalitesinden söz etmiyorum.) Bir süre, didaktik kitaplar aldı yürüdü. Derken içerikler koflaştı. Dil, biçem bozuldu. Kurgu kayıplara karıştı. Düşündürücülük; yerini, kafa karıştırıcılığa bıraktı. Dinozorlar, büyüler, büyücüler, vampirler sardı satırları... Artık; toplumsal, politik, duygusal, gerçekçi, eleştirel, düşündürücü, ufuk açıcı kitaplar yazılmaz, yazılsa bile basılmaz oldu. Ne kadar çok ciddiyetten uzak yazarsan o kadar iyi: lay lay lom, fan fin fon.... Yazılanlara, baharat olarak çevrecilik, ukalalık, şaklabanlık da eklenmesi gerekiyor ama... Asıl olmazsa olmazlarından biri de yazarın 'ünlü' olması, bir parçacık da olsa, sağda solda adını duyurmuş olması! Ayrıca, din tüccarlığının geçer akçe olduğu şu günlerde, dinî kitaplar da çok kazançlı, müşteri bulmak da o kadar zor değil.
Torunlarıma alacak kitap bulamıyorum. O anlı şanlı bankaların bastığı kitaplar, hangi mantıkla, hangi bilgiyle, hangi pedagojik gerçeklere dayanılarak basılıyor bilemiyorum. Yayınevleri beyinlerindeki prangaları kırsınlar, sıkıyönetim günlerinde bile insanlar kendi beyinlerine böylesi sansür uygulamadılar. 30 yılı aşkın süre geçmiş, yayınevleri hâlâ !2 Eylül mantığıyla hareket ediyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder