16 Aralık 2012 Pazar

ÇOCUKLUK AŞKLARIM

Düşlerimde de olsa, çocukluk yıllarıma geri döndüğümde, kendimi fantastik bir dünyanın içindeymiş gibi hissediyorum. Yaşamımda; radyonun dışında hiçbir teknolojik ürünün olmadığı o yıllarda seksekler, beştaşlar, evcilik oyunları, çizgi, yüzük, ip atlama, saklambaç, köşe kapmaca gibi oyunlarla geçen günlerin tadına doyum olmazdı. Kız çocuk olduğumdan, yüklenilen sorumlukların fazlalığı yüzünden-az buz değildi- doyasıya oynayamadığım anlar ise, en mutsuz anlarım olurdu. Böyle zamanlarda düşlerime sığınır; kendime, özgür olabileceğim başka dünyalar yaratır; böylece, omuzlarımdaki yükün ağırlığını hafifletirdim birazcık olsun. Belki de, çocukluğumu anımsadığımda, kendimi fantastik bir dünyanın içindeymiş gibi hissetmemin nedeni, sığındığım düşlerdeki ben'le, gerçek çocukluğumdaki ben'i birbirine karıştırmam yüzündendir.

Evcilik oyunlarını, kız kıza oynardık; öyle, bazı şarkılardaki gibi, "sen anne olurdun, ben baba olurdum" tarzı, erkeklerle birlikte oynanan oyun geleneği pek yoktu, yaşadığım küçük ve tutucu kasabada. Daha küçücük bir çocukken, gelenekler yoluyla, erkeklerden uzak durmanız gerektiği fikrini yerleştirmeye çalışsalar da beyninize; sizin, çocuk da olsanız, kalbinizden gelen duygularınıza engel olamıyorlar. Bir gün ne olduğunu bilmediğiniz, anlayamadığınız aşk, birden kapınızı çalıveriyor.

Aşk kapımı ilk çaldığında 8 yaşında, 3. sınıf öğrencisiydim. Farkında bile olmadan sınıf arkadaşım Mehmet'e karşı, içimde bir ilgi bir sevgi uyandı. Neden, Hasan Hüseyin ya da Osman değil, Mehmet'ti bu kişi bilmiyorum. Mehmet de beni  sevsin, beni beğensin gibi bir derdim yoktu; yalnızca ona yakın olmak, onunla konuşmak hoşuma gidiyordu, hepsi bu! Bu duygunun adının aşk olduğunu filan da bilmiyordum. Yalnızca, içimde sevinç, heyecan uyandıran bir durumdu bu duygu benim için. Rastlantıya bakın ki, yapılacak olan okul müsameresinde bana, Mehmet'in nişanlısı rolünü verdi öğretmenimiz. Nişanlılık konusunda bir bilgim olmasa da bunun benim açımdan hoş bir şey olduğunun farkındaydım ama. Bir gün okulun bahçesinde kovalamaca oynuyorduk, ebe bendim. Gözüm Mehmet'ten başkasını görmediği için, önce onu yakaladım, sözde, yakalama sırasında, Mehmet'in beline sarılmışım! Müzevir bir kız, gözümün önünde bir kağıt parçasına "Pakize, nişanlısını kucakladı." yazdı ve derse girer girmez öğretmenimize bu kağıdı verdi. O gün, anlamını kavrayamadığım bir olay yüzünden yaşadığım korkuyu yıllarca unutamadım. Yine o gün anladım ki, karşı cinse sevgi beslemek, ona dokunmak, ona sarılmak bir suçtur.

Neyse, ben yine konuya döneyim. Vefasızlık mıdır nedir; eve gittiğimde, yaz tatillerinde, şubat tatillerinde, uzak kaldığımda, Mehmet, hiç aklıma gelmiyor, ona karşı bir özlem duymuyordum. Belki de, çocukluk aşkının bir özelliğiydi bu. Fakat, vefasızlığım bu kadarla da sınırlı kalmadı. 5. sınıfa geçtiğimizde, sınıfımıza hafif tombul, çilli yüzlü, zekasının parlaklığı gözlerine yansıyan üstelik Bölge Şefi'nin oğluymuş diye söz edilen Erdal geldi. İşte o anda, Mehmet'in pabucu dama atıldı tarafımdan. Kalbimin yeni prensi Erdal'dı artık. Üstelik, Mehmet'e olan aşkımda olduğu gibi karşılıksız bir aşk istemiyordum. Erdal da beni beğensin, bana aşık olsun istiyordum. Mehmet, sıradan bir köylü çocuğuyken, karşıma farklı giyimli, bakımlı, şivesi düzgün, kasabada saygınlığı olan bir babanın oğlu çıkmıştı. Nasıl da çabuk düzenin kafa yapısına sahip oluveriyor insan! O saf, temiz, karşısındakini sırf içinden geldiği için, olduğu gibi seven temiz duygulu çocuk gitmiş, yerine bambaşka, yabancı biri gelmişti sanki.

Erdal'a olan aşkım, okulların yaz tatiline girmesiyle birlikte sona erdi. Onu daha sonra hiç görmedim, nerede olduğu, neler yaptığı hakkında hiçbir bilgim yok. Fakat Mehmet'le yıllar sonra (evlenmiştim; bir kızım bir oğlum olmuştu). Doğup büyüdüğüm Eflani'nin Devlet Hastanesi'nde karşılaştım. Yeğenimi götürmüştüm, doktor olarak karşıma Mehmet çıktı. Öylesine lafladık biraz. Pratisyen hekimdi. Tıp kitabına birlikte bakarak, yeğenimin sorununun ne olabileceğini araştırdık. O günden bu yana Mehmet'i de görmedim hiç. Fakat çok başarılı bir cerrah olduğunu, hâlâ çalıştığını duydum, Eflanililer'den.

Daha sonra, aşkın, erkeklerle konuşmanın, mektuplaşmanın yasak olduğu yatılı kız ilköğretmen okuluna gittim. Üç yıllık bir rahibe hayatından sonra, köy öğretmenliği yıllarım başladı... Şimdi düşünüyorum: Çocuklara eğitim verme görevini üstlenecek olan öğretmen adaylarını, aşkın sevginin yasaklandığı bir eğitim sisteminden geçirmek ülke açısından acı sonuçlar doğurur. Sırf kadın görüntüsünde diye, mankenlerin bile kafası kesilir, kolları bacakları kırılır, üstleri paçavralarla örtülür. Kadına ait bir organ diye 'vajina' sözcüğünden utanılır. Cinsel sorunlarla boğuşan erkeklere mesir macunu önerilir. Kadınlar boğazlanır, kurşunlanır, kesilir, diri diri toprağa gömülür. Bu zihniyet sahiplerinden korkan kadınlar korunma güdüsüyle, örtündükçe örtünür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder