25 Ekim 2012 Perşembe

SİYASİ GÜNLÜĞÜMDEN/BEN ZENGİNLERİ SEVERİM


Aşağıda alıntılar yapacağım kitabın yazarı Heinrich Böll; sevgi, saygı, hayranlık duyduğum yazarların önde gelenlerindendir. 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'da yaşanan kıtlık döneminde, insanların yaşadığı sefaleti, açlığı, yoksulluğu, ahlak çöküntüsünü anlattığı "Ve O Hiç Bir Şey Demedi" adlı romanı beni çok etkilemiştir. Yazıma, bu eserden alıntılar yaparak başlamamın nedeni, anlatacaklarım konusunda, bana yol gösterici özellikler taşımasından; hem de onun o güzel anlatımının verdiği zevki, sizlere de tattırma isteğimdendir.

"......Bayan Franke üç yüz kavanozunu doldurdu doldurmasına, fakat koridorda hala reçel, turşu kokuları; Fred'in safrasını kabartmaya tek başına birebir.... Kapılar kilitli; gardropta Bay Franke'nin bodruma inerken başına geçirdiği eski şapkası var sadece. Yeni kapladıkları duvar kâğıdı, bizim kapıya kadar geliyor. Yeni badana, bizim bölüğün başlangıcı olan oda kapımızın pervazlarını aşıyor, ortasına kadar geliyor. Bizim bölük tek oda; içinde kontrplakla kamara gibi bir yer ayırdığımız tek odadan ibaret. Bu kamarada en küçük yavrumuz yatar, döküntülerimizi koyarız. Frankiler'inse dört odaları var. Bayan Franke, kadın erkek bir sürü ziyaretçiyi salonunda kabul eder. Komitelerin sayısını bilmem, kolların sayısını bilmem; onun üye olduğu derneklerden bana ne! Benim bildiğim, kilise makamlarının, bu odanın Bayan Franke'ye kesinlikle gerekli olduğunu onaylamış olmasıdır.
...... Bazan bu aile en kıymetli şeyin ticaretini yapıyor gibime gelir: Din ticareti.......Bayan Franke altmışındadır, fakat hâlâ güzel bir kadındır. Yalnız, gözlerindeki, o herkesi büyüleyen acayip parıltı ürkütür beni. O siyah, katı gözleri, ustalıkla boyanmış o bakımlı saçları, yalnız benimle konuşurken birdenbire cırlaklaşan o basık ve hafif titrek sesi; giysilerinin vücuduna tıpatıp oturuşu; her sabah kiliseye âyine gidişi; her ay cemaatin rehber hanımlarını kabul ettikçe piskoposun yüzünü öpüşü. Bütün bunlar onu o hâle getirmiştir ki, onunla savaşmak boşunadır artık.
...... Bayan Franke, binde bir yumuşar; en başta paradan söz ediyorsa. Para lafı ederken sesi öylesine tatlılaşır ki, bu korkutur beni: Bazı kimselerin hayat derken, aşk derken, ölüm veya Tanrı derken seslerine kattıkları o hafif ürküntü, o büyük muhabbetle ne de yumuşak söyler bunu! Gözlerindeki parıltı donuklaşır, yüz hatlarında bir gençleşme olur paradan, reçellerden, turşularından konuştuğu vakitler. Bunlar onun el sürülmesine asla izin vermediği hazineleridir. Kömür, ya da patates almaya arada aşağıya bodruma indiğim zamanlar, bir korku kaplar beni: Onun bitişikte kavanozları saydığını duyarım. Yumuşacık bir sesle mırıldanarak, gizli bir âyin havasına uymuş gibi ahenkli, sayar da sayar ve sesi, dua eden bir rahibin sesini hatırlatır bana. Çok zaman elimdeki kovacığı oraya bırakır, yukarı kaçar, çocuklarımı bağrıma basarım; çünkü onları bir şeylerden korumam gerekiyormuş gibi bir duyguya kapılırım....."

Romandaki Franke'lerin bitişiğinde yaşayan Bayan Kaete gibi ben de şu yaşadığımız günlerde; gidişatı, din adına yapılan zırvalamaları, partizanlıkları, adam kayırmaları, baskıları gördükçe, çocuklarımı bir şeylerden korumam gerekiyormuş gibi bir duyguya kapılıyorum sık sık. Frankeler'in, yaptıkları din ticareti sayesinde güçlü bir konuma ulaştıklarını, zenginleştiklerini ve bütün bunlar nedeniyle onlarla savaşmanın boşunalığını gören Kaete'in duygularını, kendi duygularımmış gibi hissediyorum zaman zaman.

Kendi duygularımmış gibi hissediyorum; çünkü, dini kullanarak gücü eline geçiren insanların çevrelerine korku saldıklarını, ağzını açanı çeşitli yöntemlerle susturduklarını, medyayı, şirket yönetimlerini, hukuku, bilim kuruluşlarını, üniversiteleri  hükümleri altına aldıklarını, yandaş gazeteciler ürettiklerini, eğitim sistemini kendilerini onaylayacak, başkaldırıdan uzak insanlar yetiştirecek şekilde yeniden düzenlediklerini yaşayarak görüyor; onlarla savaşmanın ne kadar zor olduğu düşüncesine kapılıyorum.

Bayan Franke, çevresindekilerin gözünde etkileyici görüntüler yaratabilme konusunda ustalaşmış. Duygusal ve duyarlı görünümü, bakımlı saçları ve giysileri, her yanından şefkat fışkıran davranışlarıyla... Şu anda, ülkede gücü elinde bulunduranlara baktığımda, Bayan Frankeler'in kopyalarını görüyorum sanki. Meclisimizde ağlayan ağlayana... Sümükleri burunlarından, gözyaşları yanaklarından eksik olmuyor. Başbakanımızın eşi, ziyaret ettikleri her yoksul ülkede kendi gözyaşlarının selinde boğulacak kadar ağlıyor. Bir de Ahsen Yengemiz vardı, eski Maliye Bakanımızın sevgili eşi. Aman ne romantikti, uluorta kocasını öpmeler, boynuna sarılmalar, rüyalarında kocasının gitmesi gereken hastaneleri görmeler... Tam da, "kutsal aile" yapısına örnek olacak göz yaşartıcı mutlu aile pozları. Gerçi çocukları deveyi hamutuyla yutuyorlardı ama olsun! O kadar kusur, kadı kızında da bulunur. Emine Hanım için de, şirketlerinin sayısı belli değilmiş, diyorlar. Ben bilmem orasını. Yalnız gittiğim her yerde, bir hastane, bir fırın, bir market hatta bir ev gösteriyorlar; "Bak, Emine Hanım da buranın ortaklarındanmış" diyerek. Olabilir!..Cumhurbaşkanımızın sevgili oğlu da küçük yaşta ticarete atılmadı mı! Bülent Arınç'ın gencecik yeğeninin de BOTAŞ'a md yardımcısı olmadı mı! Emine Hanım'a laf söyleyenler bunları da görmeli. Hem bunlar fısıltı gazetesinin haberleri; gerçekliği tartışılır! İftira da olabilir saygıdeğer muhafazakarlarımıza, din tüccarlarımıza. Hem herkese ne! Yüce Rabbim verdikçe veriyor böylelerine!.. Gazeteler şu sıralar ılımlı dindar yöneticilerimize övgüler düzmeyi bıraksalar ah, ne haberler duyacağız, ne haberler!.. Ama, ne yapsınlar korku başa bela. Hem yandaş olmak da fena değil, kesenizi doldurabilir, tv kanallarında her gün boy göstererek ünlü de olabilirsiniz! Fırsat ellerine geçmişken, bırakın değerlendirsinler çocuklar.
Hem muhafazakar, hem dindar, hem liberal olan Merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal: "Ben zenginleri severim." demişti. Halkımız da zenginleri seviyor! Zenginliğin nereden geldiği nasıl kazanıldığı önemli değil onlar için, madem ki kendileri zengin olamamışlar, bari seçecekleri kişiler zengin olsun! Zenginler; makarna, kömür, mercimek dağıtarak ne kadar şefkatli olduklarını gösteriyorlar,; bu bile yeter garibanların onlara karşı hayranlık duyguları beslemeleri için. Ayrıca 'dinibütün' adamlara çok hayrandır bizim halkımız. Kim ki Allah adını zikrediyor, onu baş tacı ederler anında.
Franke'ler, çoğaldıkça çoğalıyor dört bir yanda; Franke'lere ayak uyduramayan Bayan Kaete'lere ise, korkuya kapılmak düşüyor, gördükleri karşısında...
Kısa zamanda çok şeyler değişecek; buna inanıyorum!
Kısa zamanda çok şeyler değişecek; ama hangi yönde?.. Bunu bilmiyorum        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder