2 Eylül 2012 Pazar

ERKEK ARKADAŞIN DA GELEBİLİR


Melek Teyze

Yaz aylarında, Mersin'in sıcak ve bunaltıcı havasından kaçıp, Eflani'nin Bostancı Köyü'nde gürültüden patırtıdan uzak, doğayla iç içe yaşadığımdan daha önceki yazılarımda söz etmiştim. Köyde, cep telefonları bile canı isterse çalışır. Teknolojiden uzak, internetsiz bu ortamda, kent yaşamına alışkın olan ben, zaman zaman sıkılsam da yeşillikler arasındaki ahşap evimde doğanın verdiği dinginlikle bir yandan da huzur bulurum. Sabahları erken kalkar bahçedeki ağaçların dallarında ötüşen kuş seslerini dinlerim. Melek Teyze ineklerinin, tavuklarının peşindeki koşuşturmacasının ardından, yapılacak başka işi kalmamışsa mutlaka bana uğrar. Her zaman, anlatacağı bir şeyleri vardır; ilgiyle dinlerim onu. Ben bebekken, sevgili annecim evi terk edip gitmek zorunda kaldığı zamanlarda sütanneliği yaparmış bana. Sütannem oluşundan mı, filmlerdeki gizemli kadın karakterleri çağrıştırdığından mı, güçlü belleğiyle geçmişte, bilgece duruşuyla günümüzün köyünde yaşananları, akla uygun değerlendirme yeteneğiyle mi bilmem, etkiler beni; bu yüzden severim onu.


O gün yine bana geldi. Yeni demlediğim çaydan, bir bardak da ona sundum. Verandada karşılıklı oturduk, çaylarımızı yudumlarken koyu bir sohbetin ortasında bulduk kendimizi. Laf, lafı açtı; yıllar önce ölen kocasından gördüğü şiddeti; onun, kendisine yaşattığı vahşetleri; kocasına, hakkını helal etmediği gibi, iki adım ötedeki mezarını da hiç ziyaret etmediğini ve asla etmeyeceğini içinde hâlâ dipdiri duran hınçla anlatmaya başlamıştı ki, telefonum çaldı. İstanbul'da yaşayan bir arkadaşım, ertesi gün bana geleceklerini bildirmek için aramış. Zaten onları bekliyordum ama geliş tarihleri belirsizdi.


Hem Melek Teyze'yi üzen, hem de benim yüreğimin dayanmadığı o tatsız konuyu değiştirmek için;
"Melek Teyzem," dedim, "yarın arkadaşlarım gelecek."
"Kadın mı, erkek mi?" diye sordu.
"Kadınları örtünmeye, haremlik selamlığa yönlendiren, açık giyinen kadınların tecavüze uğramasını normal karşılayan kelli ferli adamların, devlet yöneticilerinin, ilim irfan sahibi kişilerin yaşadığı bu toplumda, açık saçık giyinen bana, bu adamların mantığıyla mı bakılıyor yoksa!" diye düşününce, içimi korku kapladı. Melek Teyze bu sorusuyla, nabız yoklaması mı, yoksa şaka mı yapıyor, anlamak için, dikkatle yüzüne baktım: Art niyetsiz ve ciddiydi; yalnızca, sorusunun yanıtını bekliyordu. Yine de korkuma yenik düşüp, bana yabancı gelen öfke dolu bir sesle;
"Aaa, Melek Teyze, erkek olur mu hiç!" dedim. "Ne işi varmış benim evimde erkeğin!" Yüzüne; "sen beni ne sanıyorsun?" der gibi baktığımdan eminim. Bu, yaşı seksen'in üstünde olduğu halde, gözlerinin güzelliği hâlâ insanı etkileyen kadın; sert çıkışımdan, sözlerini algılayış biçimimden, imalı bakışlarımdan alındı. En az benim biraz önce kullandığım ses tonu kadar öfkeli sesiyle;
"Ne varumuş!" dedi, "Olabülü! Erkek arkadaşın da gelebülü!"

Böyle ikiyüzlü davrandığım, kötü niyetli olduğum için kendimden utandım.Tepeden tırnağa kıpkırmızı kesildim. Benim gibi, kendini bir numaralı kadın hakları savunucusu sayan, tabulara meydan okuduğunu düşünen, haremlik selamlık zihniyeti benimsetmeye çalışanlara karşı savaş açmaya yeminli; bu çokbilmiş, yığın yığın kitaplar devirmiş şımarık kadına, okuma yazması bile olmayan, köyün sınırları dışına neredeyse hiç çıkmamış yaşlı bir köylü kadın, feminizm dersi vermişti. Lafı çevirmeye çalıştım, dilim dolaştı; kem küm ettim. Aslında öyle düşünmediğimi filan anlatmaya çalıştım. Melek Teyze, kulak asmadı söylediklerime. Haklıydı!

Karadeniz'in bakir bölgelerinde, henüz yozlaşma şanssızlığına uğramamış köylü kadınlardan öğreneceğim çok şey olduğunu düşündüm. Bilinçaltıma kök salmış, genlerime işlemiş, kaç yüzlü olduğunu bilmediğim burjuva ahlakını ve bu ahlakın savunucusu olduğunu düşündüğüm erkek egemen düşünce yapısını virüs gibi beynime yerleştiren örgün ve yaygın eğitim sisteminin; kendi dar dünya görüşlerini, akla ziyan 'ahlak' anlayışlarını zorla, silah dayar gibi beynime dayayan yöneticilerin, toplumun ileri gelenlerinin kurbanıydım ben; üstelik, farkında bile olmadan.


"Ne düşünüyorsun öyle derin derin?" dedi.
Bu soruyla irkildim. Ne diyebilirdim ki; burjuva ahlakı, bilinçaltı, gen, virüs, örgün eğitim, feminizm vs... Verilebilecek bir yanıtım yoktu!
Melek Teyze'ye hayranlıkla ve imrenerek baktım.
Arkadaşlarım Mehter Marşıyla geldi, ben de Hoş Gelişler Ola ile karşıladım.
Oya Meriçligil (Zehra Özge Gider) Zahide Özsun (sağdaki)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder