Karabük'ten Ankara'ya gideceğim, terminalde otobüs bekliyorum. Türbanlılara özenerek giyinmiş; fakat, Anadolu kadını görüntüsünden kurtulamamış orta yaşlı bir kadın, kırk yıllık dostmuşuz gibi gülümseyerek yaklaştı yanıma. Kırşehir'in Kaman ilççesinden olduğunu, Ankara'da yaşadığını söyledi. Ardından nereli olduğum, nereden gelip nereye gittiğim; niye gittiğim konusunda soluksuz sorgulamaya başladı beni. Bu kalabalık arasında sorgulamak için neden beni seçtiğini anlayamadım. Bir an önce başımdan savmak istiyordum onu, kısa kısa yanıtlar verdim. Bu kez de, Mersinli olduğum halde, Karabük'te ne işim olduğunun hesabını sordu. Kısaca onu da yanıtladım. Yeni gelecek sorularının önünü kesmek için;
"Peki," dedim, "Ankara'da yaşadığın halde, senin ne işin var Karabük'te?"
Hemen yakınımızda, peron'un önündeki yükseltide oturan başı açık, üstünden başından yoksulluk akan, sırtı bize dönük bir genç kızı işaret ederek;
"Kızım hasta, sinir hastası" dedi, "Hoca'ya geldik. Pek övdüler; nefesi çok kuvvetliymiş!"
"Ne dedi Hoca?" diye sordum. "İyileşir inşallah!" demiş, bir kağıt parçasına bir şeyler yazmış. Kaç lira verdiğni sordum. Hoca'nın hesap kestiği filan yokmuş aslında, yine de kadın yüz lira vermiş ona!
Acı acı güldüm. "Niye gülüyorsun?" diye sordu bana, sitem dolu bir sesle. "Kızını doktora götürmelisin!" dedim. Hocanın yeri başka, doktorun yeri başkaymış! Anladığım kadarıyla, doktora hiç göstermemiş kızını. Yavaş yavaş olaylar ilgimi çekmeye başlamıştı;
"Çocuklarınla sen ilgileniyorsun herhalde," dedim, parmağındaki alyansı işaret ederek, "kocan nerede?"
"Ah sorma!" dedi, "bu gece sabaha kadar telefonumu çaldırdı, bir damla uyku uyutmadı bize! Karabük'te olacağımız söylemiştim; ama, akşama kadar çekmiş kafayı, kendini kaybetmiş; zil zurna sarhoş, sokaklarda bizi aramaya çıkmış!"
Kızınız eğitim aldı mı?" dedim. Lise mezunu olduğunu söyledi.
Ardından, bir sır verir gibi kulağıma eğildi; "Evlenmek istiyor," dedi, "28 yaşında."
"Ama, kızınız hasta!" dedim.
"Olsun, iyileşir inşallah! dedi.
Tam o sırada, kız yavaş yavaş yüzünü bizden yana çevirdi. Dudaklarında şeytanca bir gülümseme ve ışıltılar saçan delici bakışlarıyla gözlerimin içine baktı. Ben korkudan titrerken;
"Ne diyorsun beee!" diye bağırarak yanımıza geldi. Doğrudan bana dönerek;
"Ben hastayım!" dedi, "Sinir hastası..."
"Üzülme, doktora gidersen iyileşirsin," dedim.
Beni duymadı; ama, benimle konuşmasını sürdürdü:
"Bana 14-15 görücü geldi. Dedim ki onlara: 'Ben hastayım, sinirliyim, saldırganım, kötü kötü laflar ederim, ne konuştuğumu bilmem!' Ben böyle söyledikçe gelen görücüler kaçtılar evden. En son biri daha geldi, ona da Kırıkkaleli olduğumu söyledim; çok korktu, arkasına bakmadan kaçtı!"
Kız, geldiği gibi yavaş adımlarla yanımızdan uzaklaşıp eski yerine oturdu.
Anne, yine kulağıma eğildi; "Eğer," dedi, "30-33 yaşlarında, içinde Allah korkusu taşıyan tanıdığın bildiğin biri varsa; telefon numaramı vereyim sana, bana haber et, koşa koşa gelirim ben! Evlenmek istiyor; Allah rızası için, evlendirelim şu kızı!"
"Benim, içinde Allah korkusu taşıyan hiçbir tanıdığım yok!" dedim.
Uğradığı hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu kadının.
Düşündüm: Bu 'kutsal aile' bireylerinden, hangisi deli, hangisi akıllıydı!!!
Kız, Allah'ın emri Peygamber'in kavliyle bir evlilik gerçekleştirir; üstelik, üç çocuk yapmaya kalkışırsa, sonuçları ne olurdu!!!
Otbüsüm geldi, bavullarımı yüklemek üzere yürüdüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder