"UTANÇ"
Entellektüel bir ailenin kızı olan Lucy, düzene uygun yaşama biçimini reddetmiştir. Önce; ekip biçtiklerini satarak geçinen bir komüne katılmış, komünün dağılmasından sonra, babasının da yardımıyla komünün yaşadığı evi ve araziyi satın almıştır. Lucy bu evde, lezbiyen ilişki sürdürdüğü Helen'le birlikte yaşar. Keskin hayvan hakları savunuculuğunun yanısıra, sınırsız özgürlüğü savunur. Geçimini, kendine ait konuk hayvan barınağından elde ettiği gelir ve ürettiği çiçek ve sebzeleri pazar tezgahlarında satarak sağlamaktadır.
Bir gün, Helen onu terk eder. Yerli yardımcısı ise, aralarındaki 'dostluktan' ve Lucy'nin iyi niyetinden yararlanarak; onun, içinden su kanalı geçen arazisinin bir bölümünü satın alır ve yavaş yavaş palazlanmaya başlar. Adamın iki karısı ve çok sayıda çocuğu vardır; gizli düşüncesi, Lucy'nin mal varlığını ele geçirmektir. Yasal yollardan gerçekleştiremeyeciğini bildiği bu emelini, illegal yollardan gerçekleştirir. Önce örgütlediği, kendi oğlunun da aralarında bulunduğu bir grup serseriyi kızın üstüne salar. Kendi oğlu, Lucy'ye tecavüz eder, barınaktaki bütün köpeklerini vahşice öldürttürür. Lucy, tecavüzden sonra hamile kalmıştır; kürtaja karşıdır bebeği aldırmayı reddetmektedir. Adamın önerisi ise şudur: "Burada, güven içinde yaşamak istiyorsan, malvarlığını benim üzerime geçirtecek ve benimle evleneceksin." Lucy, bir şartla onunla evlenebileceğini bildirir.......
J.M. Coetzee'nin "Utanç" adlı eserinin Güney Afrika'da geçen, aslında yan konusu olan bir bölümünü kısaca özetlemeye çalıştım.
Aydın da olsa, entellektüel de olsa, bu dünyada kadınların işi çok zor. Daha önceki "Sıfır'a Sıfır, Elde Var Sıfır" adlı yazımda, dedemden kalan mirasın, kızların da pay alacağını bilen amcam tarafından, paylaşımının engellediğini; amcamın, ortak mirası istediği gibi ektirip biçtirdiğini, yasaların da -erkek bilirkişler aracılığıyla- amcamdan yana karar aldığını anlatmıştım.
Benim konum, yalnız bununla sınırlı değil tabi. Biz 4 kız, 1 oğlan (ağabey) 5 kardeşiz. 14 yıl önce babamızı, 5 yıl önce de annemizi kaybettik. Eflani'de; doğup büyüdüğümüz, gençliğimizi yaşadığımız ikişer daireli iki katlı ev miras kaldı onlardan. Annemin öldüğünün ertesi günü, evin para eder eşyalarının satıldığını gördüm ve bir şok yaşadım. Birkaç gün sonra da, kapıları kilitlenmiş bulduğumdan, eve hiç giremedim. Daha sonra, beni derinden etkileyen acım nedeniyle, bu konuyu unuttum. Kız kardeşlerim de, anılarını yad etmek, evimizde bir gece geçirmek amacıyla geldikleri Eflani'de, evin bir dairesinin kiraya verildiğini öğrenip (daha sonra ikinci daire de verildi) kilitli kapıyla karşılaşınca öfkeye kapılmışlar; kiracıyı evden çıkarma kararı almışlar. Fakat danıştıkları avukat, bunun mümkün olmadığını söylemiş. O gün bu gündür, hiçbirimiz giremedik evimize. Üstelik ben, yılın üç ayını Eflani'de geçiriyorum.
Neyse, benim anlatmak istediğim özel yaşamım, özel sorunlarım değil. Benim anlatmak istediğim, feminizm kitapları okuyarak, kadın eylemlerine katılıp avaz avaz bağırarak, sosyal paylaşım ağlarında kadın hakları üzerine ahkam keserek bir yere varmanın zor olduğu. Erkek egemen anlayış varlığını yasalardan, geleneklerden, erkeğin gücü ve şiddete eğilimli olmasından yararlanarak sürdürüyor tam gaz.
Coetzee'nin "Utanç"ı bütün bunları düşündürdü bana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder