4 Kasım 2012 Pazar

GÜNÜN ÖZETİ/SUÇLUYUM HAKİM BEY!!!

Bir önceki yazımda sözünü ettiğim, iktidarın açtığı 'Psikolojik Savaş'ın toplum üzerinde yarattığı etkiler, yavaş yavaş kendini göstermeye başladı.Bazen teker teker, bazen koro halinde vicdanımızdan gelen bir inlemeyle bağırıyoruz:
-Suçluyum hakim bey!
-Suçluyum hakim bey!
-Suçluyuz hakim bey!
Biz böyle bağırdıkça, iktidarın sopa sallayıcısı; yüzüne yapıştırdığı pis bir sırıtışla kükrüyor karşımızda:
-Sizi gidi kara vicdanlılar siziiiii!!!

Kendileri gibi düşünmeyenleri; dini, daha çok da kadınları kullanarak çıkarlarına alet etmeye kalkışanlara karşı duranları suçlayan, utandıran, kınayan iktidarın yarattığı bir toplum hastalığıyla yüz yüzeyiz şu son günlerde. Bireylerde; kendine güvensizlik, kendini affedememe, depresiflik, endişe halleri, daima kontrollü olma halleri gibi psikolojik rahatsızlıklar, davranış bozuklukları safhasına ulaştı artık. İktidarın açtığı Psikolojik Savaş sonucunda zedelenen beyinler; doğru düşünemez, yaşananları sorgulayamaz hale gelmektedir.

Dünkü ulusal gazetelerin çoğunda, şöyle bir haber vardı: "Serra Yılmaz'dan başörtüye ağır sözler, kıyameti koparttı!" Artık, başörtüsünü özgürlük olarak gören kadınların 'çağdaş' olarak nitelendirildiği bu toplumda, başörtülülerle ilgili olumsuz görüş bildirmek yobazlık, tutuculuk olarak görülmeye başladığından, Serra Yılmaz'a da 'tutucu kadın' yakıştırmasıyla birlikte; "Bu bir nefret söylemidir, kadın hak ve özgürlüklerine müdahaledir, yobazlıktır!" seslenişleriyle ânında karşı çıkıldı. Bu karşı çıkışın tonlarında, Başbakan'ın sanatçılara, heykellere karşı duyduğu nefretin yansımaları seziliyordu. Oysa, dün için asıl kıyametin koparılması gereken olay, Psikolojik Savaş'tan etkilenmeyenler tarafından sosyal medyada gündeme getirildi: "Başbakana yaranmak için, usta gazeteci Metin Münir'i kovan medya patronuna yuh olsun!"

Neyse, konumuza dönelim. Eğer toplumun kafası karıştırılmış olmasaydı şu sözleri duyacaktık onlardan:
-Kadınların çoğu babasının, ağbisinin, kocasının, çevre baskısının sonunda başını kapatmak zorunda kalmıştır. (Emine Hanım, ağbisinin baskısıyla, Nermin Erbakan, evlendikten sonra kocasının etkisiyle, Hayrünnüsa Gül, henüz başı açık bir öğrenciyken, evlendirilip başı kapattırılmıştır, vb....)
-Kadınların bir kısmı, iktidara yaranmak, iş kapmak, sosyal statü elde etmek, gelip geçici türban modasına ayak uydurmak için başını kapatmaktadır; iktidar ve moda değiştiğinde, bu kadınların ilk işleri başlarını açmak olacaktır.
-Kapanan kadınlar özgürlüğe değil, tutsaklığa mahkumdurlar. İklimsel değişimlerin, kavurucu sıcakların yaşandığı uzun yaz aylarında öğretmenler miniminnacık öğrencilerine tembihlerler: "İnce ve açık renk giysiler giyinin, vücudunuz hava alacak şekilde giyinin vs.." diye. İktidar ve yandaşları aracılığıyla telkinlerde bulunulan, kendilerini çağdaş gören kadınlar tarafından, "örtünme özgürlüğünüzü destekliyoruz" söylemleriyle kapanmaya özendirilen kadınların, sıcaklar nedeniyle yaşayabilecekleri sağlık ve özgürlük sorunları hiç gündeme getirilmemektedir. Başına takke, takkenin üzerine naylon (yoksullar için) bir eşarp bağlayan bununla da yetinmeyip, eşarbının ibiklerini boğazına sıkı sıkı dolayan, üstünde uzun pardösüsü, ayağında çoraplarıyla sokağa çıkan bir kadının bedeninin her tarafının isilik olacağını, kafasında yaralar çıkacağını herkes bilir. İşte bu tepeden tırnağa örtülü kadınlar da bunu bildiğinden, sıcak yaz aylarında mümkün olduğunca evlerine kapanacaklar, sokağa çıkmaktan uzak duracaklardır. Kısacası, farkında bile olmadan kafeslere kapatılacaklardır.
-Terlemekten kaynaklanan kokular yüzünden, ucuz, sağlığa zararlı (halk kesimi) deodorantlar kullanacaklar, kullanmayanlar, kokularıyla çevrelerini rahatsız edeceklerdir.

Suçluluk duygusuyla kıvranan sevgili halkım: Kendinize gelin ve bakın bakalım, asıl suçluluk duygusu duyması gereken zihniyetler kimlerdir ve gerçek niyetlerini açık açık nasıl belirtmişlerdir:
"İnsanları köle gibi gören çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir! Ey Müslümanlar: Sakın ha, içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin!"
Şükrü Karatepe/ Refah Partili Belediye Başkanı
Daha sonra bu zat, dindar cumhurbaşkanımız Turgut Özal tarafından Bakan yapılmış; "Keçeciler ile Akarcalı bakan olursa şeyimi keserim!" diyene kadar da bakan olarak kalmıştır.
"Kanlı mı olacak kansız mı?"
Necmettin Erbakan
"Dindar ve kindar gençlik yetiştireceğiz."
"Maalesef idam kaldırılmıştır. Türk toplumunda, idam isteyenlerin oranı yükseliyor."
Recep Tayyip Erdoğan/Başbakan
Kin ve nefret tohumları eken dinci iktidar; toplumu, idam cezalarının geri getirilmesini isteyecek kadar gaddarlaştırmıştır. Bu gaddarlaştırılmaya "dur" deme görevi, torunlarımızın, çocuklarımızın geleceği açısından bizlere düşmektedir. Onun için başımızı dik tutmamız, aşağılık ve güvensizlik duygularına kapılmamamız gerekmektedir.

Bundan 40 yıl önce, elektriksiz, yolsuz, susuz bir köyde üç kadın öğretmendik. Paydos saatinden sonra, sigaralarımızı tüttürür, 8-900 metre ötede bulunan köye elimizde sigaralarımızla yürürdük.(TV, sinama,tiyatro, kafe, erkek arkadaş olmayan köylerde, sıkıntıdan sigaraya başladık) Ramazan da olsa değişmezdi durum. Ne köylü bunu umursar, ne de biz kızların aklına köylünün oruç tuttuğu gelirdi. Bir gün Sevgili Safiye Teyzemizle (rahmet ve sevgiyle anıyorum) karşılaştık yolda: "Kızlar, Ramazanda yapmasanız bunu!" dedi. Hepsi bu... Her ne kadar 12 Eylülle birlikte yaygınlaşan yobazlıkla birlikte, bu hoşgörü ortamı sona erse, oruç tutmayanlara saldırılsa da, Anadolu halkının bu derin hoşgörüsü hâlâ sürmektedir.
Diyorum ki:
Suçluluk psikolojisine kapılanlar, bir an önce kendinize gelin!
       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder