10 Kasım 2012 Cumartesi

GÜNLÜĞÜMDEN / ETİN KEMİĞİ YEMEĞİN ARTIĞI


Muhafazakar bir çevrede doğup büyüdüğüm gibi, mesleki eğitimimi de muhafazakar bir yatılı okulda tamamladım.  Bir kadının muhafazakar çevrelerde soluk alması, varlığını hissettirebilmesi, gönlünce gezip dolaşabilmesi, şarkı söylemesi, türkü çağırması, istediği şekilde giyinebilmesi hatta gülebilmesi neredeyse, gizli yasalarla yasaklanmıştır. Erkek arkadaş edinmeyi aklından geçirmesi bile korkulu ve uykusuz geceler geçirmesine neden olur. Aşık olmak, en büyük suçtur  muhafazakar çevrelerde. Aile büyükleri, ekonomik durumuna bakarak, ayaklarına kadar gelen kısmeti kaçırmamak için münasip gördükleri biriyle evlendiriverir sizi yaşınıza bakmadan. Ağbiler en büyük kâbusudur kızların. Baba, işinde gücünde olduğundan, kızların namus bekçiliğini yapma görevi ağbilere ve hatta akrabaların diğer erkek çocuklarına verilmiştir. Sizi, canları istediği zaman dövebilir, hizmetçileri gibi kullanabilirler ailenin prensleri oldukları için. Genellikle, kızlar aile tarafından 'el hakkı' olarak görülür. Yedikleri içtikleri göze batar. Etin kemiğini, yemeğin artığını yemek düşer onlara.

Böylesine tutucu ortamda doğup büyüyen, bu muhafazakarlıktan payını fazlasıyla alan ben, ortaokula başladığımda başım açık (başımı kapatmam hiçbir zaman istenilmedi; işin tuhafı, öğretmen olduktan sonra  kapatmam yönünde baskı gördüm; dini siyasete alet eden Menderes Hükümeti'nin etkisi miydi, bilmiyorum), etek boyum kısa, giysilerim kıyafet devrimine uygun bir şekilde hiç rahatsız edilmeden ve kendimde en ufak bir rahatsızlık duymadan eğitimimi sürdürebildim.Yalnız benim değil, eğitimini sürdüren bütün kızların başları açık olurdu o zamanlar benim kasabamda. Peki nasıl oluyordu da, böylesine tutucu bir çevrede böyle bir zıtlık yaşanabiliyordu. Sonraları bunu uzun uzun düşündüm. Kendimce, doğru olduğuna inandığım yorumlar getirdim:

Benim kuşağımdakilerin dedeleri, nineleri kurtuluş savaşını yaşamış; topraklarını ölesiye bir mücadele sonucu korumuş; bu mücadelede Atatürk'ün rolünü çok iyi bilen insanlardı. Evet, geleneklerine sıkı sıkı sarılıyorlardı; ama, Atatürk'ün getirdiği her yeniliğe de saygı duyuyorlardı. Mademki bir kız okula, aydınlanmaya gidiyordu, öyleyse, aydınlanmanın gerektirdiği şekilde giyinmeliydi. Atatürk'ün, vatanını korumak için gösterdiği kahramanlıklara tanık oldukları için, O'nun devrimlerine olan güvenleri de tamdı. 8-9 yaşlarındayken sırf özentiden başıma kırmızı şifondan bir örtü örtmüştüm. Karabük Demir Çelik Fabrikası'nın inşaatında usta olarak çalışmış, çalışırken de Atatürk'ü görmüş olan büyükbabam, bana çok kızdı, başımı açtırdı hemen.Daha sonraları, okur yazarlığı bile olmayan büyükbabamın, ailedeki bütün kızların okumasında katkısı ve oğullarına baskısı olduğunu öğrenecektim. Bizim büyük ailenin kızları okuyup meslek sahibi olurken, o yöredeki pek çok kız da başları açık, Cumhuriyet kızlarına yakışır şekilde giyinerek eğitimlerini tamamladılar. Daha eşitlikçi aileler oluşturarak evliliklerini sürdürdüler.

Hal böyle sürüp giderken, farkına varılmayacak bir şekilde kadınlar yavaş yavaş kapanmaya, 'mukabele' adı verdikleri etkinlikleri gerçekleştirmek adına camilerde toplanmaya, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı söylemlerde bulunmaya başladılar. Boşalan köylere camiler, insansız camilere imamlar atanmaya başladı. Halktan kadınların sağlıklı tülbentlerini, basma giysilerini bir yana fırlatıp uzun pardösüler, kara çarşaflar giymek; takkeli örtüler,  boğazlarını sıkan eşarplar takmak moda oldu. Araplar'a artan özentiyle, kadınlar bile birbirleriyle "selamünaleyküm" diyerek selamlaşmaya başladı. Bu konuda söylenecek çok şey var; ama sözü uzatmamak için yeterliyorum.

Peki, toplumsal alandaki bu  Cumhuriyet karşıtı sosyolojik değişimler neyle sonuçlandı:
-Dünya Ekonomik Forumu 2011 Raporuna göre, kadın erkek eşitliğinde Türkiye 135 ülke arasında 124. sırada. İçinde bulunduğumuz Avrupa ve Orta Asya Bölgesinde sonuncu sıradayız.
-Cinsel suçlar 100'de 400 arttı.
-Tarım işçisi 2 kadından biri şiddet görüyor.
-Kadın cinayetlerindeki artış, hızla sürüyor.
-Sınavlarda yapılan yolsuzluklar, çocukların ve gençlerin haklarına tecavüzler....

Sonuç olarak şunları söylemek istiyorum: Son yıllarda, dini siyasete alet eden iktidarın ve kapanmayı, kadınlık hak ve özgürlüğü olarak destekleyen kimi 'aydın' kadınların etkisi, desteği ve politikaları sonucu kapanan kadınların sayısında büyük artışlar olduğu biliniyor. Yapılan istatistiklerde görüyoruz ki, bu değişimin kadınların özgürleşmesini sağlaması bir yana; daha çok tecavüze uğramalarına, daha çok şiddet görmelerine, erkeklerle aralarında var olan eşitsizliğin daha da artmasına neden olmuş.

Bu sonuçlara bakarak diyorum ki:
Ey kendini aydın sanan kadınlar: Kadınların örtünmesinin onların özgürlükleri olduğunu savunmaktan vazgeçin artık. Tez zamanda aklınız başınıza toplayın!
Biliniz ki, sizin gibi tuzukuruların bilmediği bir zulmü yaşamaktır, muhafazakar çevrelerde kadın olmak!
Sizler, din ticareti yaparak zengin olmuş kadınların görüntüsüne yaşantısına bakarak, her kapatılan kadının aynı hayatı yaşadığını sanmaktan vazgeçin.
Eğer kadınların kapanması bir demokratik haksa, Arap ülkelerinin bütün kadınları demokratik haklarına kavuşmuş demektir; ama, ne hikmetse dünyanın en çok baskı altında yaşayan kadınlarıdır bu kadınlar.

Siz de kendinizce haklısınız; kendinizi göstermek, bir takım çevrelere yaranmak, medyada görünmek istiyorsunuz. Benden size öneri: Alın pankartlarınızı ellerinize sokaklarda, kadın hakları konularında gösteriler yapınız. Medya mutlaka peşinize düşecektir. Sizlerle söyleşiler yapmaktan da çekinmeyecektir. Fakat dikkat edin (edersiniz zaten) örtünen kadınları sayagıyla karşıladığınızı belirtmeyi unutmayın.
Bir 10 Kasım sabahı, güne uyandığımda bütün bunlar geçti kafamdan. Atatürk'ün yüceliğine olan inancım daha da güçlendi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder