5 Nisan 2013 Cuma

BU TOPLUMDA ÇOCUK OLMAK



Baharla birlikte işlerimin artması, koşuşturmalarım sırasında belimi feci şekilde incitmem yazılarıma bir süre ara vermeme neden oldu. Sonunda, sağlığıma biraz olsun kavuşunca, "işlerin canı cehenneme" deyip bilgisayarımın başına yeniden dönebildim. Bundan önceki 4 yazımda çocukluğun yokolmakta olduğundan söz etmiştim. Yine aynı konuya devam etmem gerektiğine karar verdim; çünkü, tam da "çocukluğun yokoluşu"yla ilgili yazı serisini tamamladığım günlerin sonunda TÜİK'in araştırma sonuçları açıklandı: "1 milyon'a yakın çocuk çalışıyor. Çalışanların %50.2'si okula gitmiyor." Daha önce söz ettiğim gibi, okullaşma oranındaki düşüş, çocukluğun yokolmakta olduğunun işaretlerinden sayılabilir.

TÜİK'in araştırma sonuçları, 'yokoluş'la ilgili anlatıklarımı, görüşlerimi pekiştiren, doğrulayan yöndeydi. Aynı zamanda Başbakan'ın 3-5 çocuk dayatmalarına karşı verilen bir şamar niteliğindedir. Nüfus artışını hızlandırmak için yapılan girişim ve dayatmalardan çıkardığım sonuca göre, çalışan çocuk sayısının bu noktada kalmayacağı, sayılarının artacağıdır. İstatistiksel sonuçlara, aile üzerinde uygulanan baskılara bakınca, çocukluğun varolmadığı Ortaçağ zihniyetine dönüş günlerini yaşamaktayız gibi geliyor bana. Bilindiği gibi, yalnız Ortaçağ'da değil, çocuk işgücünün acımasızca sömürüldüğü 18. yy'da da sanayileşme, çocukluğun sürekli ve korkulu düşmanı olmuştur. Charles Dickens, yapıtlarında bu dönemde yoksul çocukların peşini bırakmayan terör saltanatını gerçekçi bir biçimde işlemiştir. Yaşamakta olduğumuz hızlı tüketim çağında ise, ucuz iş gücüne ihtiyaç vardır, ucuz işgücü kaynağı da çocuklardır. Son günlerde, sanayi kolundaki iş kazalarında ölen çocuk haberlerini almaya başladık bile. Hükümet, ağır işlerde çalışma yaşını da 16'ya indirdi.

11 yaşında evlendirilip 12 yaşında hamile kalan, "ama, kemik yaşı 17" diyen Fatma Şahin'i Aileden Sorumlu Bakan yapan bir toplumuz. Yine, 13 yaşında çok sayıda tecavüze uğrayan bir kız için; "Rızası vardı." diyen yargıçlarımız var. Toplumsal olarak çocuklara bakışımız eskiden bu yana böyle süregelmektedir. Özellikle kızlara her zaman yetişkin kadın gözüyle bakılmıştır. Erkek egemen toplumumuzda, kızlar hizmetçi gibi kullanılmış; sokağa çıkması, oyun oynaması, erkeklerle konuşması yasaklanmıştır. Evliliğe endeksli yetiştirilen kız çocukları için çeyiz hazırlamaya yönlendirme gibi bir geleneğimiz vardır. Çocukluk arkadaşlarımdan ikisi 12 yaşında evlenip 13 yaşında anne oldular. Yaşadığım çevrede tek kişi yadırgamadı bu durumu. Ortaokulda öğrenciyken, beni de 'isteme'ye geldiler (ne utanç verici ve aşağılayıcı). Arkadaşlarıma özenip, "ben de evleneceğim" diye diretebilirdim çocuk aklımla, babam köy enstitülü bir öğretmen olmasa ve bu düşünceye şiddetle karşı çıkmasaydı eğer.

Yaygınlaşan muhafazakârlığın, "evlenin, çok çocuk yapın!" dayatmalarının, özellikle evliliğe endeksli yetiştirilen kızlar ve çocuklar üzerindeki baskıları daha da artacağını düşünüyorum. Bir yandan da, yaşadığımız bu hızlı teknoloji çağında, özellikle televizyonların tabuları, geleneksel anlayışları yerle bir eden programlarının etkisiyle dayatmalara, tabulara, ebeveynlere meydan okuyan çocuk/yetişkinlerin sayılarının hızla çoğaldığı günleri yaşıyoruz. Bel ağrılarım nedeniyle, hareketsiz kaldığım günlerde, bol televizyon izledim. İzlediğim programlardan birinde, "Bulaşıkları yıka!" buyruğuna uymadığı için kızını döven, kızını döverken kendi parmaklarını kıran, kızını baltayla kovalayan bir baba ve babanın kızına uyguladığı şiddeti, doğal bir babalık hakkıymış gibi gören anne vardı. Orta Anadolu'nun bir köyünde yaşayan bu aile, sözünü ettiğim 13 yaşında evden kaçan, 3 aydır haber alamadıkları kızlarını aramak üzere televizyona çıkmışlardı.

İlköğretim 7. sınıf öğrencisi bu kız, tam da zamanımızın yetişkin/çocuk tanımına uygundu. İçlerinde evliler de olmak üzere çok sayıda sevgilisi vardı. Okuldan kaçıyor, içki içiyor, bağ evlerinde sabahlıyor, ailenin yoksulluğuna karşın nereden geldiği belli olmayan parası eksik olmuyor; sözde, aileden gizli son model cep telefonu bulunduruyor; ayrıca, sosyal paylaşım sitelerinde tanıştığı sevgilileriyle yazışıyordu. Köyde, evli komşularından hamile kaldığı, hamile kaldığı adamın karısıyla birlikte gebelik testleri yaptırdığı söylentileri yayılmıştı. Beni asıl şaşırtan ise, köylü kadınların kızla ilgili söyledikleriydi. Kendilerine kayıp kızla ilgili sorular yöneltilen ve hepsi türbanlı olan kadınlar; bu kızı seviyor, kızın yaptıkları ve yaşam biçimine şaşırmıyor; onu ayıplamıyor, hatta böylesine maceralı bir yaşamı olduğu için, kıza karşı gizli bir hayranlık duyuyorlarmış gibi bir izlenim bırakıyorlardı. Kendi kendime sormadan edemedim: "Egemen güçlerin pek övündüğü geleneksel ahlak anlayışımız bu mu?.."

Şimdi bana diyeceksiniz ki; "Anlattığın, münferit bir olay." Hayır efendim, ben öyle düşünmüyorum. Belki abartılı diyebilirim; ama, görmek için bakanlar, çevrelerindeki pek çok gencin yaşadıklarının bu yaşananlardan pek de farklı olmadığını göreceklerdir. Geçmişte; burjuva, orta sınıf ailelerinin kiminde çocukluk yaşanmış olsa da, genel olarak toplumumuzda bugüne dek çocukluğun varolduğunu söylemek zordur. Bu teknoloji çağında ise, zaten olmayan çocukluk hepten yokolmakta ve farklı bir kimliğe bürünmektedir. Bütün bunların ışığında, şunu sormadan edemiyorum kendime: 'Dindar ve kindar' çocuk yetiştirmeyi amaç edinen  egemen güç, televizyon ve teknolojinin gücü karşısında başarıya ulaşabilecek midir? Belki, giyim kuşamlarıyla dindarmış gibi görüntü veren bir gençlik yaratabilir; ama, çocuk ve gençlerin beyinlerini ve duygularını hükmü altına alan televizyon karşısında yenik düşmeye mahkumdur.

Son olarak çocuk edebiyatı yazarlarına seslenmek istiyorum. Dostlarım: Yazdığınız kitaplarda, hitap ettiğiniz ve çok iyi bildiğinizi sandığınız çocuklar yok artık. Sizin eğlendirdiğinizi, güldürdüğünüzü, düşündürdüğünüzü sandığınız çocuk tipleri tarihe karıştı. Çocukları kendinize güldürmek istemiyorsanız romanlarınızı, öykülerinizi,  macera kitaplarınızı yazarken bu gerçeği göz önünde bulundurmayı unutmayınız.    

Not: Sözünü ettigim kızın aylar sonra ölüsü bulundu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder